Klasik anlamda kumarbaz sayılmam. Yine de video oyunu dünyasındaki hayatlarımdan bazılarında defalarca sanal kumarhanelere sürüklendiğim oldu. Masada küçük bir metal topun nereye düşeceğini ya da sıradaki kartın ne çıkacağını umursuyormuş gibi yapmak, benim için vasat ve sıkıcı bir yemek tarifi kadar heyecan verici. Buna rağmen içimdeki “kaçırma korkusu” bazen galip geliyor ve “ne olacak” diyerek, en azından Grand Theft Auto Online içerisindeki bir slot makinesine paraları atıyorum. Sonrası hep aynı – eminim siz de tahmin ediyorsunuzdur.
Lisanslı, birbirine benzeyen oyunlara sataşmayı bir kenara bırakayım. Gerçek hayattaki slot makinelerinin boşluğuna dair fikrimi değiştirecek pek bir şey yok ama Balatro ile Buckshot Roulette gibi oyunların tuhaf birlikteliğine göz diken yeni bir roguelike olan CloverPit bambaşka. Pony Island içerisindeki lanetli arcade kabininin slot karşılığı gibi hissettirmesi yalnızca başlangıç. Beni daracık bir odaya kilitleyip, “bir tur daha çevir” diye fısıldaması, gerçek muadillerinin aksine rahatsız edici biçimde cezbedici. Nedenini hemen anlatayım:
CloverPit oyununun ilk denemelerinde gerçek bir slot makinesine benzediği için zamanımı boşa harcadığım hissinden kurtulamadım. Neyse ki para değil, yalnızca vaktim gidiyordu. Bu “boşluk” görüntüsü, şansı artıran tılsımlarla tanışınca hızla dağılıyor. Kahvaltılık gevrek maskotu değil, gerçekten oyunun kalbini değiştiren küçük eşyalar bunlar. Balatro içerisindeki Jokerler gibi çalışıyorlar ve oyunun ilhamlarını ele veren noktalardan biri de bu. Slot makinesinin arkasındaki dükkânda, Clover biletiyle istediğiniz an bir tılsım satın alabiliyorsunuz.
Başta çeşit az görünse de kilitler açıldıkça akla durgunluk veren kombinasyonlar çıkıyor. Bu küçük parçaların talep ettiği stratejik kafa yakmaya dalmadan önce temel döngüyü özetleyeyim. Karşımızdaki uğursuz makinede limon, kiraz, yonca, çan, yediler, elmaslar var. Sol tarafta her sembolün madeni karşılığı ve ne kadar nadir olduğu yazıyor. Sağ tarafta oluşan desenlerin değeri listeleniyor. Değeri yüksek olan semboller ve zor çıkan desenler daha çok para getiriyor. Bu konsept yeni bir şey değil; eminim ki birçoğunuz biliyordur zaten.

Her koşu birkaç deadline üzerinden oluşuyor ve her deadline üç round içeriyor. Balatro oyunundaki “ante” gibi düşünün. Bir sonraki aşamaya geçmek için belirli bir madeni biriktirmeniz gerekiyor. Her round başında “kaç spin” istediğinizi seçiyorsunuz. Genelde üç ya da yedi oluyor. Üçü seçerseniz round bitince fazladan bir Clover bileti geliyor. Asıl zekice kısım şu: Yatırdığınız madeni birikiyor ve her round ardından o ana kadar yatırdığınız toplam maden üzerinden faiz alıyorsunuz. Deadline gelmeden araya biraz daha para atarsanız faiz miktarı da artıyor.
Başlangıçta bu faiz pek cazip değil. Deadline borcunun yanında komik kalan küçük bir meblağ. Ancak koşu uzadıkça ve sayılar büyüdükçe faiz anlamlı hale geliyor. Ayrıca satın alınabilir tılsımlar bu mekaniği uçurabiliyor. Bir tılsım ilk turlarda faizi coştururken her round ile etkisini azaltıp sonunda tamamen yok olabiliyor. Başka bir tılsım, tek bir spin ile üç desen yakaladığınız her seferde fazladan faiz veriyor. Tılsımların kurcaladığı değişkenler bununla sınırlı değil ve koşuyu baştan aşağı dönüştürebiliyor CloverPit oyunu içerisinde.
Belirli bir sembol etrafında yapı kurmak mı istiyorsunuz? Dükkânı akıllıca yenileyip, biraz şans ve planla bunu yapabiliyorsunuz. Diyelim kiraz sembollerinizden bazılarına “altın” özelliği ekleyip, her puanlayışta kalıcı değer artışı istiyorsunuz ya da makinenin üstündeki kocaman sarı butona basıp kısa süreli güçlendirme açarak kirazların daha sık çıkmasını arzuluyorsunuz; yalnızca “daha çok tılsım taşıma” hakkı veren bir tılsım peşinde de olabilirsiniz. Ayarlanabilir bir değişken varsa CloverPit oyununun geliştirici ekibi onu düşünmüş kesinlikle.
Mevcut sinerjilerin küçük bir bölümüne bile girsem oyunun büyüsünü bozarım, o yüzden tadında bırakıyorum. Temel etkileşim ise çok basit. Kolu çekiyorsunuz, semboller geliyor, puan yazılıyor ve yine çekiyorsunuz. Şarjlı bir gücünüz varsa arada yanıp sönen düğmeye basıyorsunuz. Çoğu tılsım pasif çalışıyor. Asıl oyun, tılsımları harmanlayıp eskileri feda ederek yerlerine daha iyilerini almak ve sınırlı depolama alanına sığacak kadar sevdiğiniz bir kurulumda karar kılmak. Neyse ki bazı tılsımlar envanter slotu kapmadan etkinleşiyor.

Bir de her deadline sonunda açılan “telefon” güçlendirmeleri var. Belirli bir eşiğe ulaşınca telefon çalıyor ve seçenekler sunuluyor. İsterseniz madeni sıfırlayıp Clover biletlerinizi ikiye katlıyorsunuz. Elmasların oyuna daha sık girmesini kalıcı hale getirebiliyorsunuz ya da elmasların çıkışını azaltıp diğer sembollere alan açıyorsunuz. Ne seçtiğiniz kadar ne zaman seçtiğiniz de önemli. Bazı seçenekler, ancak belirli bir tılsımı aldıktan sonra anlam kazanıyor.
Biletleri ikiye katlamadan önce yatırımınızı kasaya atmak isteyebilirsiniz. Öğrenmesi kolay, kazanmaya yeten strateji ise şeytanca. Şeytanca olan bir diğer detay da oyunun jackpot tersi sistemi. Koşunun bir noktasında üç tane altı tutturursanız o round içerisinde kazandığınız tüm madeni kaybediyorsunuz. Şans yanınızda değilse yıkıcı bir bedel. 666 ihtimali, makinenin üstündeki dijital ekranda sürekli görünüyor ve tılsımlarla bu olasılığı ciddi biçimde bükmek mümkün.
Hatta 666’yı lehinize çeviren sinerjiler bile kurulabiliyor. CloverPit oyununun her kuralı, “ya tersine çevirirsek ne olur” diye kurcalamanız için var. İlerledikçe hafıza kartları da açılıyor. Bunlar koşunun temel kurallarını kökten değiştiriyor. Kaç round var, kaç bilet geliyor, daha neler neler… Tekrar oynanabilirliği belirgin biçimde artırıyor. Gelelim CloverPit oyununun korku tarafına. Düşük çözünürlüklü dokular, minimal sesler ve kan-pas hissi, Buckshot Roulette DNA’sı taşıyor.
Arada okült esintili tılsımlar ve hafif tehditkâr replikler temayı destekliyor, fakat bende gerçek bir dehşet duygusu pek doğmadı. Buckshot Roulette içerisinde tetiğe basmadan önce kalp atışım hızlanırdı. CloverPit oyununda o tür bir gerilim eşdeğeri yok. Tılsımı çöpe atınca kanlı parçacıklara ayrılması ya da kullanılabilir tuvalete gidip “işinizi görünce” başarı açılması, daha çok kara mizah. Tonun bilerek iğneleyen ama komik bir yere çekildiğini düşünüyorum. Belki ben daha sert korku beklediğim için öyle hissetmiş de olabilirim efendim.

CloverPit oyunundaki görsel tasarımı ürkütücü bulmasam da sevdiğimi söylemeliyim. Küçücük, klostrofobik odayı az kaynakla ilginç ayrıntılarla dolduruyor. Kirli tuvalet, makinenin altındaki et yığını ve uçuşan sinekler derken tablo neredeyse Atlantic City kadar iç karartıcı. Tılsımların görsel çeşitliliği şahane. Yaptıkları işle görüntülerinin bağlantısını görmek eğlenceli.
Slot makinesi ise… özellikle pis bir slot makinesi ama geri kalan endüstriyel leşlik üzerinde parıldayan efektlerin yarattığı tezat çok parlak bir fikir. Jackpotlar renkli yıldızlarla patlıyor, makine çizgi film karakteri gibi zıplıyor. En sıradan puanlama bile bayram havasında sunuluyor. Ses efektleri kulağa yapışıyor, onaylayan o cıvıl cıvıl sesleri arar oluyorsunuz.
Oda neredeyse paslı bir pervanenin vızıltısından ibaretken makinenin kutlama çılgınlığı atmosferin büyük parçası. Bazen kolu daha sert çekmek için düğmeye bastığımı fark ettim. Belki işe yarıyordur, kim bilir. Sunumla ilgili son bir not. Genel tabloya bakınca hayal kırıklığı yaratacak pek bir şey yok. Hele de ucuz fiyat etiketi ile… Korku kısmı beklediğiniz kadar “korkunç” değil derseniz katılırım. Bir de roguelike doğasının getirdiği acımasız rastgelelik bazen planları berbat edebiliyor.
Yine de ortadaki kalite yanında affedilir kusurlar onlar. CloverPit, Balatro oyunundan beri en sevdiğim roguelike oldu. Üstelik bu türden fazlasıyla oynayan biriyim. Yüzeyde basit görünüp altında katman katman derinlik taşımasına bayıldım. Az oyunda yaşadığım “inceleme bitse de oynamaya devam edeceğim” duygusunu yaşattı. Bu bile başlı başına sağlam bir kalite göstergesi.