Sony Interactive Entertainment tarafından düzenlenen etkinliklerden bir tanesinde ilk defa gösterilmiş olan Tribes of Midgard oyununu aslında o o zamanlardan beri bekliyordum. Yalnız, oyuna olan merakım da her geçen gün biraz azalıyordu. Ayrıca, oyunun 2020 senesinden 2021 senesine ertelenmiş olması da bu duruma pek yardımcı olmamıştı. Şimdi ise bu video oyunu, sonunda resmi çıkışını gerçekleştirdi ve ben de PlayStation 5 konsolumda kendisini deneyimleyebildim. Bu oyun, daha önce Don’t Starve Together gibi hayatta kalma mekaniklerine ve Diablo gibi aksiyon mekaniklerine sahip gibi gösterilmişti ama durum çok daha derin.
Tribes of Midgard, hayatta kalma ve rol yapma sistemlerini içerisinde bulunduran bir aksiyon oyunu. İzometrik bir kamera açısına sahip olan bu yapıt, eğer dilerseniz tek başınıza oynanabiliyor. İsterseniz de lobinize 9 farklı oyuncuyu davet edebiliyorsunuz. Yani, geniş bir arkadaş grubunuz varsa, toplamda 10 kişilik bir kabile oluşturabilmeniz mümkün. Oyunun içerisinde herkes, bir Einherjar’ı kontrol ediyor. Einherjar, savaş alanında ölen ve Valhalla’ya valkürler tarafından getirilen kahramanlar olarak geçiyor. God of War ve Assassin’s Creed Valhalla oyunları sağ olsun, bunu araştırma yapmadan, direkt olarak yazabiliyorum.
Tribes of Midgard oyunundaki amacımız bir savaş kahramanı olarak, İskandinav mitolojisinden hatırlayabileceğiniz diğer düşmanlara karşı bir tohumu korumak. Bu tohum, Yggdrasil’e ait. Yggdrasil de her şeye hayat veren bir ağaç. Tabii ki oyunun içerisindeki tüm amacımız, bir ağaç tohumunu korumak değil. Aslında, bu noktada Minecraft oyununu hatırlayabilmek mümkün; gündüzleri kaynak topluyoruz, akşam olduğu zaman ise düşmanlarla savaşıyoruz bu oyunda da. Ayrıca, yine Minecraft oyununda olduğu gibi bu oyunda da harita, tamamen rastgele ve benzersiz olarak oluşturuluyor.
Rastgele ve benzersiz haritayı keşfetmek, kaynaklar toplamak, yemek için avlanmak, kaynaklardan silah ve zırh yapmak gibi aksiyonları gündüz gerçekleştirebiliyorsunuz. Akşam olduğu zaman ise düşmanlarınız ortaya çıkıyor ve tohumu yok edebilmek için sizin köyünüze saldırıyor. Bu noktada, sizin savaş beceriniz haricinde, köyün etrafına ve içine yerleştirebileceğiniz defans ögeleri de kritik bir rol oynuyor. Yalnız, her şey bu kadarı ile sınırlı da kalmıyor. Tohumu koruduğunuz gibi düşmanları öldürüp, onların ruhlarını toplayıp, o ruhları da tohuma vermeniz gerekiyor ki Yggdrasil, hayatta kalmaya devam edebilsin.

Tribes of Midgard, her geçen gün daha da zorlaşıyor
Peki, Tribes of Midgard oyunu tam olarak nasıl bir şekilde oyunculara meydan okuyor? Bu, cevap vermesi en kolay olan sorulardan bir tanesi. Daha önce de dediğim gibi bu oyundaki her gün, ikiye ayrılıyor. Sabahları kaynak toplayıp, akşamları köyünüzü koruyorsunuz. Her akşamdan sonra gün atlıyor ve bir sonraki gelecek olan düşmanlar daha da güçlü hale geliyor. Yani, kusursuz bir defans oluşturup, günleri atlayabilmek mümkün değil. Düşmanlarla birlikte sürekli olarak sizin ve kurduğunuz defans ögelerinin de gelişmesi gerekiyor. Bu sistem de oyunun ihtiyacı olan zorluğu, meydan okuma ögelerini ve tekrar oynanabilirliği sunuyor.
Tribes of Midgard, aslında yapısı ve zorluğu nedeniyle çoklu oyunculu deneyimi biraz ön plana çıkartmaya çalışıyor. Mesela, oyunda toplamda 8 adet farklı karakter sınıfı bulunuyor. Bu sınıfların hepsinin farklı yetenekleri mevcut ve bunlardan bazıları, diğer sınıfların yetenekleri ile birlikte kullanıldığı zaman daha etkili olabiliyor. Belki ilk günlerde böyle bir stratejiye ihtiyacınız olmaz ama oyun zorlaştıkça, tek başınıza bir deneyim yaşamanın pek de iyi bir karar olmadığına varıyorsunuz; eğer yanınızda arkadaşlarınız olsaydı, diğer yeteneklerle güzel bir kombinasyon oluşturulabilirdi diye düşünüyorsunuz. En azından ben böyle düşündüm.
Tribes of Midgard oyununda karakter sınıfı seçmek, aslında sizin karakterinizin final halini de belirlemiyor. Oyunda ilerledikçe, karakterinizin diğer istatistiklerini ve değerlerini yükseltebilecek olan bazı ögeler bulabiliyorsunuz. Bunlar, tabii ki daha farklı sınıflara kaymanızı sağlamıyor; siz yine kendi sınırlarınız içinde güçleniyorsunuz ama güçleniyorsunuz sonuçta. Eğer yeteri kadar güçlenemezseniz, kurduğunuz tuzaklar başarısız olursa, tohumu da koruyamazsanız, Ragnarök yaşanıyor ve oyun bitiriyor. Daha sonra da oyuna tekrardan, sıfırdan başlamanız gerekiyor. Bu arada, oyunun da sunduğu iki farklı içerik türü bulunuyor.
İçeriklerden bir tanesi, sunucuyu diğer oyuncularla paylaştığınız Saga modu. Bu mod, aynı zamanda oyunun ana içeriği ve hikaye temelli bir deneyim sunuyor. Bu içeriğe sanıyorum ki tek başınıza girebilmeniz de mümkün ama bunu yapmanıza hiç gerek yok; Tribes of Midgard oyununun çoklu oyunculu bir deneyim olarak oluşturulduğu çok açık. Sizler de arkadaşınız olmasa bile en azından benim gibi yabancı oyuncularla eşleşip, deneyiminizi onlarla yaşayabilirsiniz. Bir diğer oyun modu ise oldukça açık uçlu ve ciddi bir ilerleme sistemine sahip olan hayatta kalma modu olarak görünüyor. Saga, her ne kadar ön plana çıksa bile bu moda daha çok emek harcanmış gibi.

İskandinav topraklarında savaş biletleriyle uğraşıyoruz
Tribes of Midgard oyununun ana içeriği her ne kadar Saga olarak görünse de hayatta kalma modu, oldukça zengin bir ilerleme sistemi sunuyor ki ben bu sistemlere bayılıyorum. Hayatta kalma modunda bir sınır yok ve olabildiğince uzun süre yaşamaya çalışıyorsunuz. Öldüğünüz zaman ise tecrübe puanınızı alıp, köşenize çekiliyorsunuz. Bu tecrübe puanları ile savaş bileti benzeri bir bant üzerinden ödüllerin kilidini açabiliyorsunuz. Bu savaş bileti sistemi üzerinde tabii ki kozmetik ögeler, kaynaklar, para birimleri ve evcil hayvanlar gibi birbirinden farklı ögeler bulunuyor. Ayrıca, oyunda ne yazık ki mikro ödemeler de mevcut.
Bu arada, oyunun tüm içeriklerinde toplamış olduğunuz ruhları kullanarak, satıcıları filan geliştirebiliyorsunuz. Bu sayede yeni tarifler açabiliyorsunuz, hatta ekipmanlarınızı tamir edebiliyorsunuz. Yalnız, ruhlar genellikle ağacın tohumları için kullanılıyor. Bunun sebebi ise ruhların, tohumların canını arttırıyor olması. Bu yüzden, önceliği her zaman tohumlara vermeniz gerekebiliyor. Bu sırada, açık dünyayı da keşfedip, yeni ganimetler bulmanız gerekiyor ki siz, köyünüzden uzaklaştıkça daha nadir silah bulma olasılığınız artıyor. Harita, biyomlara bölündüğü için nerede olmanız ve nerede olmamanız gerektiğini kolayca anlayabiliyorsunuz.
Her şeye rağmen bu tip oyunların çok ortak bir yönü olabiliyor. Yani, yakın geçmişten örnek vereyim, Returnal gibi kendisine tek oturuşta ne kadar çok zaman harcarsanız, o kadar çok ödüllendirilebileceğiniz bir oyun gibi görünüyor Tribes of Midgard. Yalnız, bu oyunda bulunan kayıt sistemi, sizin ekrana bağımlı kalmanızı engelliyor. Mesela, oyunlara ayıracak 20 dakikanız mı var? Bu oyuna girip, 20 dakika boyunca tek bir seansta ilerleyip, oyundan çıkabiliyorsunuz. Bu emeğinize karşı tüm ödüllerinizi ve ilerlemelerinizi de alabiliyorsunuz. Özellikle çok uzun süreler boyunca hayatta kalma mantığına sahip olan oyunlar, bu tip özelliklerden yoksun olabiliyor.
Tribes of Midgard oyununda çok hoşuma giden bir başka özellik ise PlayStation üzerindeki kupaları kazandığınız zaman oyun içerisinde hediye elde edebiliyor olmanız. Geliştirici ekip, bu kupaları aynı zamanda oyun içerisinde de takip etmenizi sağlıyor ve her birini bitirdiğiniz zaman, ufak ödüller elde edebiliyorsunuz. Bunlar sonuçta kupa, piyasadaki sayısız oyunun yaptığı gibi kupaların arkasına hiçbir ödül konulmayabilirdi ama bu oyunun geliştirici ekibi, bir adım ileri gitmiş ve kupalara güzel bir anlam yüklemiş. Umuyorum ki daha fazla video oyunu, kupaları ve diğer platformlardaki başarımları bu şekilde değerlendirmeye başlar.

Tribes of Midgard, en tatlı hayatta kalma oyunlarından biri
Tribes of Midgard için hazırlamış olduğum inceleme yazısını bitirmeden önce oyunun bir de sunumuna değinmek istiyorum. Sunum konusunda da en başta görsellik geliyor. Bu oyunu, 4K/HDR destekli bir televizyonda, PlayStation 5 konsolum ile deneyimledim ve açıkçası aldığım görsellikten inanılmaz memnun kaldım. Oyun, sizlerin de görsellerden görebileceği üzere gerçekçi bir sunumu hedeflemiyor. Onun yerine çizgi film tarzı bir stil kullanılıyor ve bu sanat tasarımı da oyun içerisinde muhteşem bir şekilde işleniyor. Oyunun görselliği hem kalite açısından, hem de yaratıcılık açısından benden tüm olumlu puanları almayı başardı.
Performans ise görsellik kadar kusursuz değildi ne yazık ki. Tribes of Midgard, tahmin edebileceğiniz gibi PlayStation 5 konsolunda 60 FPS olarak oynanabiliyor ama özellikle de sunucular 10 oyuncu ile tam dolu olduğu zaman, aksiyon da biraz yükselmeye başladığı anda performans problemleri yaşanmaya başlıyor. Bu da ne yazık ki büyük bir hayal kırıklığı; bu oyunun en büyük eğlencesi, 1’den fazla bölüm sonu canavarı ile 10 oyuncu olarak savaşırken çıkıyor. Umuyorum ki geliştirici ekip, gelecekte bu oyunun performansını iyileştirmeyi başarabilir ve PlayStation 5 konsolunda daha stabil bir deneyim yaşanabilir.
Ses ve müzik tarafında da her şey idare eder seviyede. Yani, oyundaki ses efektleri filan ortalama üstü seviyede ama müzikler kesinlikle daha kötü bir noktada. Onlarca saat oynadıktan sonra bile Tribes of Midgard oyunundan aklımda kalan tek bir müzik bile yok ne yazık ki. Seslerle birlikte müziklere de önem verilseydi, bu oyunun sunumu üzerinden çok muhteşem bir iş çıkartılabilirdi ama hem performans problemleri, hem de pek etkileyici olmayı başaramayan müzikler yüzünden ortalama üstü bir sunum var karşımızda. Yine de ben her açıdan, yaşadığım deneyimden memnun kaldım. Belki de bu tip oyunlardan daha fazlasını beklememek gerekiyor.
Durumu özetlemek gerekirse, Tribes of Midgard oldukça eğlenceli bir oyun. İki farklı oyun modunun sunulması, ilerleme sistemlerinin yer alması, oyuncu dostu kayıt sistemlerinin işleri kolaylaştırması ve tabii ki oyuncu eşleştirme sistemi ile diğer oyunculara kolaylıkla bağlanabiliyor olmamız, bu oyunun çok önemli noktaları. Evet, oyunu tek başınıza da oynayabilirsiniz ama en ideal olmayan yol, o olacaktır. Viking temasının da güzel bir şekilde işlendiğini, ilgi çekici düşmanların oyunda yer aldığını, sadece açık uçlu görevlerin biraz sıkıntı çıkarttığını söyleyebilirim. Ayrıca, oyun tam olarak yenilikçi de sayılmaz ama en azından eğlenceli!