Devour oyununda karanlık bir bahçede, elimde yalnızca bir el feneriyle, evin içinde yankılanan iniltileri dinleyerek birkaç saniye oyalanıyorum. Ardından çitin üzerinden atlayıp bodrumdan içeri süzülüyorum; notlar, kilitli kapılar, kurbanlık keçiler ve uğursuz bir sunak, her şey yerli yerinde. Basit bir kurgu gibi görünüyor ama “dört kişilik co-op, az yol gösteren bir gerilim” karışımı, daha ilk dakikada içgüdülerini yoklayan türden eğer bana soracak olursanız.
Mekanikler temelde tek cümleyle anlatılabilir: Anahtar bul, kapı aç, ritüel eşyalarını (keçi/fare/yumurta gibi) topla, sunağa götür ve yak ama icra kısmı hiç kolay değil. Envanter tek eşya ile sınırlı; biri benzin taşırken diğeri ilk yardım çantasıyla koşturuyor, üçüncü kişi anahtar peşinde. UV modlu el feneri yerde sürünen iblisleri yakıyor, Ana’yı ise kısa süreliğine sersemletiyor; kurban sayısı arttıkça o sersemletme penceresi daralıyor ve baskı artıyor.
Devour oyununun gerilimi, “kestirme bir jumpscare zinciri” olmaktan ziyade ritüele her yaklaştığında yükselen bir ivme. Sonlara doğru yağmurun ve gök gürültüsünün artması, kurban attıktan sonra Ana’nın öfke nöbetine girmesi ve peşine düşmesi, o “bir tur daha” hissini gerçek bir kaçışa çeviriyor. O anlarda panikle kaçarken göğsünde kalp atışını hissediyorsun.
Ekip oyunu burada altın değerinde. Ben genelde haritanın hatlarını çıkarıp medkit noktalarını aklımda tutan, gerektiğinde geri dönüp arkadaşlarını hayata döndüren kişiyim. Birimiz benzinle kazan başında beklerken diğeri saman demetini bırakıp keçiyi kucağına alıyor; arka planda da sürekli “Ana merdivende!”, “anahtar bende!” diye bağırış çağırış… İletişim koptuğu an zincir de kopuyor ve domino etkisiyle herkes sürünmeye başlıyor.
Oyunu tek başına denedim ama tavsiye etmiyorum. İki kişi bile oyunun temposu yüzünden yıpratıcı olabiliyor; üç-dört kişi olduğunuzdaysa roller paylaşılıp plan yapınca imkânsız görünen turlar bir anda açılıyor. Bu oyunda kahkaha ile çığlık arasında gidip gelmek, birlikte panikleyip birlikte toparlanmak deneyimin özünü oluşturuyor.
Zorluk eğrisi ritüele attığın her adımda keskinleşiyor. İlerledikçe düşman sayısı artıyor, Ana daha sık ve daha hızlı av moduna geçiyor; finalde hataya yer yok. Nightmare modunda UV şarjının yenilenmemesi gibi acımasız kurallar devreye girince, kaynak yönetimi ve rota planlama hayatta kalmanın tek yolu hâline geliyor Devour içerisinde.
Atmosfer tarafında ses tasarımı Devour oyununun gizli kahramanı. Uzak fısıltılar, zeminde sürünenlerin tırmalamaları, yağmurun giderek gürlemesi ve bir anda patlayan çığlıklar… Haritayı öğrenirken bile ses ipuçlarıyla tehlike yaklaşırken uyarılıyorsun; fırtına büyüdüğünde takım arkadaşının sesini duymakta zorlanmak bile gerilimi besliyor.
Haritaların ritüeli değiştikçe oynanış minik ayarlara ihtiyaç duyuyor: bir yerde keçi peşindeyken diğerinde yumurta yıkıyor veya fare kovalıyorsun; kimi karşılaşmalarda örümcek bedenli bir lanetle yüz yüze kalmak tüyleri diken diken ediyor. Bu farklılıklar, aynı çekirdeği tekrar etsen de her haritada ayrı bir ritim yakalamanı sağlıyor.
Öğreticilik düşük; Devour, “yolunu kendin bul” yaklaşımını benimsiyor. İlk turlarda evin labirentimsi yapısı, neyin nerede olduğunu işaretlemeden ezberletiyor. Şahsen notları okumayı; medkit, benzin veya anahtar yerlerini turlamayı ve kaçış rotalarını erken açmayı alışkanlık hâline getirdim – aksi hâlde panik anında yönünü kaybetmek kaçınılmaz.
Tekrara düşme riski var mı? Evet, var. Eşya toplama-açma-yakma döngüsü her haritada aynı iskelete bağlı ve uzun oturumlarda görev hissi angarya olmaya kayabiliyor Devour içerisinde. Yine de öngörülemez av anları, rastgele dağılan kilit/anahtar düzeni ve artan baskı, kısa ve yoğun seanslarda bu tekinsiz döngünün iştah açıcı kalmasını sağlıyor.
Değer/fiyat noktasında cömert; düşük etiket, korku akşamları için arkadaşlarla alınan keyfi büyütüyor. Üstelik yıllar içinde gelen ücretsiz içerik güncellemeleri ömrünü uzatmış; ben “bir harita daha” duyurulduğunda mutlaka geri dönüp yeni ritmi çözmeyi seviyorum. Devour açıkçası küçük kapsamlı ama diri tutulan bir korku parkı gibi.
Yani, Devour, “hadi bu gece bir tur korkalım” dediğinde masaya konan, ekip içi koordinasyonla parlayan ve her ritüelde tansiyonu bir kademe daha açan bir co-op dehşet oyunu. Derin sistemler, kapsamlı ilerleme veya anlatı bekleyenler için sınırlı; tek başına oynayanlar içinse epey külfetli ama doğru takımla, doğru akşamda – UV ışığının cızırtısı, fırtınanın gürültüsü ve koridorda yaklaşan ayak sesleri arasında – yerinden sıçratmayı çok iyi biliyor.






