Oyunları bir yaşıma kadar sadece eğlenmek için oynuyordum. Küçük yaşımda arkadaşlarım bize gelir, birlikte oyun oynardık ya da ben arkadaşlarımın evine giderdim. Görsellik, hikaye, oyunun mekanikleri gibi şeyler umurumuzda değildi. Zaten böyle kavramların olduğunu da bilmiyorduk. Oyun bizi eğlendiriyorsa o oyun güzeldi. Sonra hayatımın arkadaşsız bir dönemi başladı. O zamanlar oyunları kaçış aracı olarak görüyordum. Oyundaki karakterler bana dostluk ediyor, onların hikayeleri bana yol gösteriyordu. Oyunlar iyi bir hikayeye sahipse, gözüme hoş gözüken görsellik sunuyorsa iyi oyun oluyordu.
O dönem çok fazla oyun oynadım. Oyunlar benim için sadece eğlence ve kaçış olmaktan çıktı. Okuyarak ve araştırarak oyunlar hakkında daha fazla şey öğrendim, artık daha keyif alarak oynuyordum. Eğlenmenin, hikayenin, görselliğin dışında oyunların içini, sektörünü de yavaş yavaş öğreniyordum. Mükemmel oyunlar oynadım, bana çok şey kattılar. Fakat “O” oyun hala yoktu. Bazı oyunlar beni sıkıyordu, bazıların hikayesini beğenmiyordum, bazıları beni mutlu etmiyordu. Her şeyiyle mükemmel, uzun saatlerimi verip ve tekrar tekrar oynayabileceğim, beni geliştiren “O” oyunu bulamamıştım. Ta ki Disco Elsyium oyununa kadar kadar.
Disco Elysium, Estonya’da kurulmuş, küçük bir bağımsız şirket olan ZA/UM tarafından geliştirilmiş bir rol yapma oyunu. 2019 yılında sessiz sedasız çıktı ve çok sevildi. Çıkışından bu yana duyduğum övgülerin haddi hesabı yok. Hayatımda oynadığım en iyi oyun, şaheser, dünyanın en iyi oyunu gibi birçok övgü duydum. Fakat ilk çıktığında almadım, nedenini bilmiyorum. Övgüler gün geçtikçe devam ediyordu, birçok ödül aldı. Ben de 2020 yılının yaz indirimlerinde merakıma yenik düşüp aldım. Neydi bu oyunu bu kadar göklere çıkartan?
Bir de oyunun hikayesi, “Hafızasını kaybetmiş bir dedektif ve partnerinin yolculuğu.” şeklindeydi. Bu hikayeden yüzlerce yok muydu zaten, en fazla ne olabilirdi? Oyunu oynadıktan sonra diyebilirim ki az bile övmüşler. Bu yazıda Disco Elysium oyununun neden bu kadar iyi olduğunu, dilim döndüğünce anlatmaya çalışacağım. Minik sürpriz kaçıranlar olabilir fakat önem vermemenizi tavsiye ederim, oyun da önem vermiyor zaten. Hikayeye dair büyük sürpriz kaçıranları söylemeyeceğim.
Disco Elysium, bir tutku projesiydi
Oyuna geçmeden önce, geliştirici ekipten ve oyunun yapılış hikayesinden bahsetmenin önemli olacağını düşünüyorum çünkü bu ekip oyuna olan saygımı ve sevgimi kat kat arttırdı. Hayatı başarısızlıkardan oluşan Robert Kurvitz, Ultramelanhool ismindeki bir rock grubunun solistiydi. Estonya’nın minik bir şehri olan Tallin’de yaşıyan Robert Kurvitz, müzisyen kimliğinin yanında yazarlık da yapıyordu. Fakat hem müziği hem de yazıları oldukça başarısızdı. Kendi deyimiyle, sefalet ve yoksulluk içinde yaşayıp giderken sanat yönetmeni Aleksander Rostov ve yazar Kaur Kender ile tanıştı.
Bu tanışıklık ile Disco Elysium oyununun da temelleri atıldı. Robert Kurvitz önce, Sacred and Terrible Air isminde bir kitap çıkardı ve bu kitap sadece 1000 adet sattı. Bu başarısızlıktan sonra iyice depresyona girdi ve alkolizme yenik düştü. Bu sırada Kaur Kender, Robert Kurvitz’e reddedemeyeceği bir teklif götürdü. Ona kitapların artık okunmadığını, video oyunu yapmasını önerdi. Kaur Kender’ın aklına bu fikri çocukları sokmuş. Robert Kurvitz’in aklına video oyunu yapmak hiçbir zaman gelmemiş fakat bu teklifi duyar duymaz hayal dünyasında, oyundaki şehir olan Revachol’u kurmuş.
Revachol şehrinin, izometrik bir oyun için mükemmel olacağını düşünmüş. Ardından bir oyun fikriyle Aleksander Rostov’un kapısını çaldı ve dedi ki; “Yaptığımız her şeyde başarısız olduk, hadi oyun yapmakta da başarısız olalım.” Robert Kurvitz hemen oyunun tek sayfa özetini yazıp Aleksander Rostov’a iletti. Özet; “Advanced Dungeons & Dragons ve 1970ler temalı bir polis şovu aynı oyunda buluşacak. Planescape: Torment ve Baldur’s Gate oyunlarından ilham alınmış büyük bir hikaye olacak. Yoksulluk çeken arka sokaklar keşfedilecek, derin ve stratejik bir savaş mekaniği olacak.” şeklindeydi.
Aleksander Rostov fikri sevdi ve kabul etti. Fakat büyük bir sorun vardı, Estonya’nın Tallinn şehrinde oyunu yapacak yazılımcı bulamazlardı. Bu yüzden dünya çapında yazılımcı işe almaları gerekiyordu fakat bunun için de paraları yoktu. Tam da o noktada Kaur Kender, yazılımcı işe almak için Ferrari’sini sattı. Sonra oyunun ismi ve çıkış tarihi kararlaştırıldı. No Truce With the Furies, 2017 yılında çıkacaktı. Fakat bazı aksaklıklar sebebiyle oyunun ismi Disco Elysium olarak değiştirildi ve çıkış tarihi 2019 yılına ertelendi.
Birbirinden iyi birçok hikaye içinde hikaye
Disco Elysium basit bir hikayeye sahipmiş gibi gözüküyor. Hikayenin girişinden bahsedeyim; karakterimiz bir sabah kim olduğunu hatırlamayacak derecede sarhoşlukla uyanıyor. Aynaya baktığında iğrendiği yüzü, kızarıklıklar ve şişlikler içinde kalmış. Uyandığı oda epey soğuk çünkü cam kırılmış fakat nasıl ve ne zaman kırılmış hatırlamıyor. Sonra odadan çıkıyor ve bir kadınla karşılaşıyor. Kadın ona harap halde olduğunu, gece birbirinden değişik sesler çıkardığını, bir ara bağırarak şarkı söylediğini anlatıyor. Karakterimiz bunları duyduğu halde kim olduğunu, neden orada olduğunu ve bundan önceki günlerde ne yaşadığını hatırlamıyor.
Ardından aşağı iniyoruz ve kadim dostumuz olacak, oyunun ikinci ana karakteri Teğmen Kim Kitsuragi ile tanışıyoruz. Kim Kitsuragi bize polis olduğumuzu ve devam eden bir cinayet soruşturmasını araştırmak üzere Revachol şehrine geldiğimizi söylüyor. Tabii biz bunları da hatırlamıyoruz. Sonra bulunduğumuz otelin arkasına gidip cinayet soruşturmasındaki cesedi incelemeye başlıyoruz. Hikayenin temeli kısaca böyle. Hafızasını kaybetmiş bir polis, aydınlatılması zor olan bir cinayet gibi klişe öğeler barındırıyor. Fakat oyun, temel hikayenin üzerine öyle bir kurgu hazırlamış ki hikayenin başı ve sonunu önemsemedim.
Oyunda, hikaye birçok farklı dallara ayrılıyor. Cinayet soruşturmasını yürütürken bir yandan da Revachol şehrindeki işçi grevine katılıyoruz, Debardéurs Union’ın temsilcisi olan Evrart Claire karakterinin şehir için yapmak istediklerine karışıyoruz, bir kriptozoolog olan Morell’in farklı yaşam türleri arayışına katılıyoruz, şehrin yanında bulunan balıkçı kasabasında birçok olaya karışıyoruz vs. Yan hikayelerin tümünü saymaya kalksam yazı bitmez. Yan hikayelerin tümü birbirinden iyi, ilginç ve eğlenceli. Yan hikayeler, ana hikayeyle bağlantılı olduğu için onların sonuna gelince “Ben bu görevi neden yaptım?” hissine kapılmadım.
Ana hikayenin ilerleyişi müthiş bir şekilde işlenmiş. Oyunun en başında hiçbir şey hatırlamayan karakterimiz gittikçe bir şeyler hatırlamaya başlıyor. Kafasında şiddetli çatışmalar yaşıyor. Karakter gelişimi hat safhada. Karakterin oyun boyunca değişmeyen tek özelliği, depresyonu. Öyle bir şey yaşamış ki dünyadan varlığını silmek istemiş. Kim olduğunu hatırlamak istemeyene kadar içmiş. Yaşadığı bu derin olayı, tabii ki oyunun sonlarına doğru öğreniyoruz. O sekansta göz yaşlarımı tutamadığımı belirtmeliyim. Oyunda duygusal dakikalar yaşatan birçok an var.
Disco Elysium, oyunculara birden fazla büyülü an sunuyor
İzlediğim filmlerde ve dizilerde, oynadığım oyunlarda özel anlar benim için oldukça önemlidir. Genellikle eserin sonunda, büyük bir şekilde işlenir bu anlar fakat onlardan bahsetmiyorum. Bazen ufak bir söz, bir müzik veya bir şey olmayan ama tüketicinin duygularını coşturan o anlardan bahsediyorum. Yapımda bir takım aksiyonlu veya sakin olaylar olmuştur ve ardından öyle bir sahne araya girer ki tüketici bir oh çeker. Disco Elysium oyununda bir tane özel an bile yeterli olacakken yetinmeyip birkaç tane koymuşlar. İncelemenin bu kısmında bazı küçük sürpriz bozanlar olabilir, oyunun büyülü anlarından bahsedeceğim.
Öncelikle, bahsedeceğim bu anlara özel bir bölüm ayırmak istedim çünkü benim açımdan oyun deneyimimi kat kat arttırdı bu sekanslar. Oyunun en çok öne çıkan özelliklerinden biri olduğunu düşünüyorum. Mesela Kim Kitsuragi ile ölü beden bulduğumuz bir an vardı. Yaşlı bir adam iskelede alkol tüketirken ayağı kayıp kafasını çarpmış ve ölmüş. Bu adamın eşini bulup haber vermemiz gerekiyordu, kısa bir arayıştan sonra kadını bulduk. Kadınla konuşurken öğrendik ki bu çiftin çocukları da varmış. Eninde sonunda ölüm haberini verdik. Orada kadın, ölüm hakkında epey duygusal bir konuşma yaptı.
Başka bir büyülü an ise oyundaki en sevdiğim sahnelerden biri. Oyunun en başında, “Kareoke yap.” diye bir görev aldım fakat nasıl yapacağımı bilmiyordum. Sonradan kareoke yapacağımız bir alet ve plak bulduk. Uyandığımız otelin sahnesinde, ana karakterin en sevdiği şarkıyı söyledik. Benim için büyülü bir andı çünkü bu sekanstan önce hareketli olaylar yaşamıştık. Bu anın bir özelliği de oyunun mekanikleriyle ilgili. Oyundaki seçeneklerimiz her zaman başarılı olmuyor, oyun bir zar atıyor. Ben zarda başarısız oldum, karakter şarkıyı çok kötü söyledi, yine de oldukça duygulandım.
Keşke beni etkileyen bütün sahneleri anlatabilsem fakat yazı gereksiz yere uzar, bu yüzden son bir an daha yazacağım. Bu olayın sonunda ana karakterimizin, neden dünyadan varlığını silmek isteyecek kadar alkol aldığını öğreniyoruz. Görev sırasında dinlenmek isteyen karakterimiz, küçük bir uykuya dalıyor ve rüya görüyor. Rüyasında eski eşinin yanına gidiyor. Yaklaşık 1 saat boyunca ayrılıklarından, neden tekrar bir arada olamayacaklarından bahsediyorlar. Çok duygusal bir andı. Karakter, eski eşini unutmak için ölesiye içmiş ve benliğini unutmuş. Sekansın sonunda bunu öğrenmek beni çok üzdü.
Roman tadında bir oyun
Hikayenin ön planda olduğu oyunlarda diyaloglar benim için çok önemlidir. Öyle oyunlar oluyor ki uzun diyaloglar yazılmış fakat çok sıkıcı. Diyalogları geçmek için farenin sol tıkına basıp duruyorum. Benim kişisel fikrimce, ortada hikaye temelli bir oyun varsa diyaloglar üst düzey olmalı. Disco Elysium bu konuda da çok başarılı. Karakterlerle uzun konuşmalar yapıyoruz ve bu anlar bazen 1 saat sürüyor. Oyunun başından sonuna kadar hiçbir diyalogda sıkılmadım. Hepsi özenle yazılmıştı. Oyun, bu yönüyle adeta bir roman okuyormuşum gibi hissettirdi.
Oyunun en sevdiğim özelliklerinden biri, karakterimizin kafasının içiyle konuşması. Bu özellikten mekanikler kısmında daha detaylı bahsedeceğim fakat burada da diyaloglar olduğu için söz etmeden geçemeyeceğim. Oyunda 24 adet yeteneğimiz var. Bu yeteneklerin her biri bir insan özelliği. Mesela mantık, drama, algı, acıya dayanıklılık gibi. Oyun boyunca bu özelliklerimizle etkileşime geçiyoruz. Yapacağımız seçimlerde, diğer karakterlerle konuşmalarımızda veya durup dururken özelliklerimizden biri bizi uyarıyor, tavsiye veriyor veya şaka yapıyor.
Oyunu bitirene kadar kafamızın içiyle olan konuşmalarımızda çok eğlendim. Başka karakterlerle konuşurken siyasi tartışmalara girebiliyorduk. O noktada eğer fazla solcu bir tavır benimsersek, kafamızın içinden “Komünizmi tekrar mı kuracaksın yoldaş?” tepkisi alabiliyoruz. Fazla sağcı tavır benimsediğimizde ise kafamızın içi tarafından “Faşist!” damgası yiyebiliyoruz. Sağ veya sol görüş belirtmeden orta yolda konuşmalarımız olduğunda ise “Dünyanın en sıkıcı polisi.” oluyoruz. Disco Elysium, politik konularda sivri dilli bir oyun.
Oyunun seslendirmeleri olağanüstü derecede iyi. Neredeyse her karaktere seslendirme yapılmış ve girdiğimiz diyalogların sadece başında bu seslendirmeleri duyuyoruz. Keşke bütün konuşmalar sesli geçseydi fakat diyalogların çok uzun olduğunu düşünürsek bunu anlayışlıkla karşılıyorum. Her uyuduğumuzda devreye giren Ancient Reptilian Brain ve Limbic System’in seslendirmelerine hayran kaldım. Kafamızın içindeki bu iki ses, her ne kadar beni gerse de ilginç sözleri ve etkileyici ses tonlarıyla kalbime dokundu.