Dinkum ismini ilk araştırdığımda, bunun sadece Avustralya temalı bir başka Animal Crossing kopyası olduğunu düşünmüştüm ancak oyunu Nintendo Switch Lite ile deneyimleme şansı bulduğum şu günlerde ne kadar yanıldığımı fark ediyorum. Oyun nihayet konsollara geldiğinde, içimdeki o çocuksu merakla hemen indirip oynamaya başladım ve karşılaştığım şey beni gerçekten şaşırttı. Avustralya’nın o kendine has, biraz tehlikeli ama bir o kadar da büyüleyici atmosferini, rahatlatıcı bir yaşam simülasyonu ile harmanlamak harika bir fikirmiş.
Oyunun giriş sekansından itibaren hissettiğim o keşif duygusu, beni saatlerce ekran başına kilitlemeye yetti. James Bendon’ın tek başına geliştirdiği bu projenin, arkasında devasa ekipler olan oyunlara kafa tutabilecek seviyeye gelmiş olması takdire şayan bir başarı. Oyunun dünyasına adım attığınız ilk andan itibaren, diğer çiftçilik veya yaşam simülasyonlarından farklı bir yerde olduğunuzu hissediyorsunuz. Burası klasik, yeşil ve güvenli bir köy değil; burası kızıl toprakların, okaliptüs ormanlarının ve kavurucu sıcakların hüküm sürdüğü vahşi bir ada.
Renk paleti o kadar sıcak ve davetkar ki, oyunun içine girmek, güneşli bir günde parka gitmek gibi hissettiriyor. Ancak bu güzelliğin ardında, sizi sürekli tetikte tutan bir vahşi yaşam var. Sıradan bir yürüyüş sırasında karşınıza çıkan bir timsah veya sizi kovalayan deve kuşları, oyunun “cozy” yani rahatlatıcı yapısına tatlı bir heyecan katıyor. Bu dengeyi kurmak zordur ama Dinkum bunu başarmış. Oynanış döngüsü, türün sevenleri için oldukça tanıdık ama bir o kadar da tazeleyici mekaniklerle süslenmiş durumda. Sabah uyanıyor, günlük işlerinizi planlıyor ve kaynak toplamaya çıkıyorsunuz.
Ancak burada kaynak toplamak sadece ağaç kesmekten ibaret değil; aynı zamanda hayatta kalmak anlamına geliyor. Enerji ve sağlık barlarını dengede tutmak zorundasınız, bu da sizi sürekli yemek pişirmeye ve stratejik düşünmeye itiyor. Bir yandan kasabanızı güzelleştirmeye çalışırken, diğer yandan karnınızı doyuracak balığı tutmak veya eti avlamak zorunda olmak, oyuna hoş bir hayatta kalma katmanı eklemiş. Bu durum, oyunun sadece “süsleme” yapmaktan ibaret olmadığını, aynı zamanda bir mücadele içerdiğini size sürekli hatırlatıyor.
İnşaat ve kasaba planlama özgürlüğü, Dinkum oyununun en güçlü olduğu yanlardan biri olarak karşıma çıktı. Animal Crossing gibi oyunlarda yaşadığım o kısıtlanmışlık hissi burada yok; binaları, çitleri ve tarlaları tam olarak istediğim yere koyabiliyorum. Kasabamı sıfırdan, sadece bir çadırla başlayıp işleyen bir ekosisteme dönüştürmek inanılmaz tatmin edici bir süreç. John’un dükkanını nereye kuracağıma veya misafirhanenin hangi manzaraya bakacağına ben karar veriyorum.
Bu özgürlük hissi, oyuncunun yaratıcılığını kamçılıyor ve her oyuncunun adasının tamamen kendine özgü olmasını sağlıyor. Kendi yarattığım bu küçük dünyada dolaşmak, verdiğim emeklerin karşılığını somut bir şekilde görmek paha biçilemez. Lisans sistemi ise oyundaki ilerleme hissini sürekli canlı tutan zekice bir mekanik olmuş. Yaptığınız her eylem, size “Permit Points” yani İzin Puanları olarak geri dönüyor. Bu puanları kullanarak madencilik, balıkçılık veya inşaat gibi alanlarda yeni yetenekler ve araçlar açabiliyorsunuz. Bu sistem, oyuncuyu sürekli yeni şeyler denemeye teşvik ediyor.
Örneğin, Dinkum içerisinde sadece balık tutarak kazandığım puanlarla metal dedektörü lisansı alıp, bambaşka bir maceraya atılabiliyorum. Bu da oyunun tekdüzeleşmesini engelliyor ve her oyun seansımda farklı bir hedefe odaklanmamı sağlıyor. Kendimi sürekli “bir lisans daha açayım, sonra kapatırım” derken buluyorum. Elbette oyunun sadece yüzeyde geçen kısmından bahsetmek haksızlık olur; yerin altı da en az üstü kadar heyecan verici. Madenlere inmek, oyunun temposunu bir anda değiştiriyor ve sizi daha gerilimli bir atmosfere sokuyor.
Maden asansörünü kullanmak için bir bilet satın almanız gerekmesi başta biraz canımı sıksa da, aşağıda bulduğum hazineler bu masrafa fazlasıyla değiyor. Karanlık dehlizlerde el feneriyle yolumu bulmaya çalışırken, değerli madenler ve eski teknolojiler toplamak büyük bir haz veriyor. Ancak aşağıda karşılaşacağınız tehlikeler, yukarıdakilerden çok daha ciddi; bu yüzden madene inmeden önce iyi bir hazırlık yapmak şart Dinkum oyununda.
Çiftçilik ve hayvancılık mekanikleri, oyunun 1.0 sürümüyle birlikte iyice derinleşmiş durumda. Mevsimlere göre değişen ekinler ve bakmanız gereken sevimli hayvanlar, günlük rutininizin keyifli bir parçası haline geliyor. Özellikle vombat benzeri hayvanları beslemek ve onların büyümesini izlemek çok eğlenceli. Tarlalarınızı sulamak, gübrelemek ve hasat zamanını beklemek, o klasik çiftçilik oyunlarının verdiği huzuru fazlasıyla sunuyor. Üstelik modern sulama sistemleri ve traktör gibi araçlarla işleri otomatize etmeye başladığınızda, gerçek bir çiftlik sahibi gibi hissediyorsunuz.
Ancak dürüst olmak gerekirse, Dinkum oyununun Nintendo Switch Lite versiyonunda teknik anlamda bazı pürüzler yaşadığımı söylemeliyim. PC versiyonunun o akıcı ve keskin görselliği, konsolda yerini bazen bulanıklaşan kaplamalara ve düşen kare hızlarına bırakabiliyor. Özellikle kasabam büyüdükçe ve etrafta daha fazla obje oldukça, oyunun performansında ufak tekmeler hissettim. Su efektlerinin PC üzerindeki kadar berrak olmaması veya uzaktaki nesnelerin geç yüklenmesi gibi durumlar, görsel deneyimi bir tık aşağı çekiyor.
Yine de oyunun sanat tasarımı o kadar kuvvetli ki, bu teknik eksiklikler bir süre sonra gözünüze batmamaya başlıyor. Kontroller konusunda da alışılması gereken bazı gariplikler var. Envanter yönetimi, fare ve klavye ile ne kadar kolaysa, oyun koluyla o kadar hantal hissettirebiliyor. Özellikle sırt çantamda bir eşyayı seçmeye çalışırken veya bir nesneyi tam istediğim kareye yerleştirmek isterken bazen zorlandım. Geliştiricinin bu konuda biraz daha iyileştirme yapması gerektiğini düşünüyorum; menüler arasında gezinmek bazen gereğinden fazla zaman alıyor.
Yine de bir süre oynadıktan sonra eliniz alışıyor ve bu hantallığı tolere etmeye başlıyorsunuz ama ilk saatlerde sabrınızı biraz zorlayabilir. Oyunun ses tasarımı ve müzikleri ise atmosferi tamamlayan en güzel detaylardan biri. Arka planda çalan o hafif gitar tınıları ve doğa sesleri, sizi gerçekten Avustralya kırsalında hissettiriyor. Sabahın erken saatlerinde duyduğunuz kuş cıvıltıları veya gece kamp ateşinin çıtırtısı, oyunun huzurlu yapısını destekliyor. Müzikler asla sizi yormuyor veya ön plana çıkmaya çalışmıyor; sadece orada, deneyiminizi güzelleştirmek için varlar. Ses efektlerinin tokluğu, özellikle ağaç keserken veya maden kırarken aldığınız geri bildirimi güçlendiriyor.
Kasaba sakinleri, oyunun kalbini oluşturan diğer bir unsur. Karakter tasarımları oldukça sevimli ve her birinin kendine has bir kişiliği var. Onlarla sohbet etmek, görevlerini yapmak ve kasabanıza kalıcı olarak yerleşmelerini sağlamak oyunun ana motivasyonlarından biri. Başta sadece ziyaretçi olarak gelen bu karakterleri ikna edip onlara ev yapmak, kasabanızın canlı bir topluluğa dönüşmesini izlemek harika bir his Dinkum içerisinde.
Diyaloglar bazen kendini tekrar etse de, “G’day mate!” tarzı Avustralya aksanıyla konuşmaları yüzünüzde bir gülümseme bırakıyor. Çok oyunculu mod da Dinkum oyununun eğlencesini katlayan bir diğer özellik. Arkadaşımın adasını ziyaret etmek veya onu kendi adama davet edip birlikte balık tutmak, oyunun ömrünü inanılmaz uzatıyor. Birlikte madene inmek veya zorlu bir hayvanı avlamak için strateji geliştirmek, tek başıma oynadığım zamankinden çok daha keyifliydi.
Bağlantı sorunları veya gecikmeler yaşasam da, arkadaşlarla bir şeyler inşa etmenin verdiği o kolektif başarı hissi her şeye değer. Eğer imkanınız varsa, bu oyunu kesinlikle bir arkadaşınızla deneyimlemenizi öneririm. Oyunun Nintendo Switch üzerindeki en büyük avantajı ise tartışmasız taşınabilirlik. Dinkum gibi “bir gün daha oynayayım” dedirten oyunlar, elde taşınabilir konsollar için biçilmiş kaftan. Yatağımda uzanırken veya otobüste yolculuk yaparken tarlalarımı kontrol edebilmek, performans sorunlarını görmezden gelmemi sağlayan en büyük etken oldu.
Oyunun yapısı, kısa süreli oyun seanslarına çok uygun; açıp 15 dakika balık tutup kapatabiliyorsunuz. Bu esneklik, oyunun hayatımın bir parçası haline gelmesini kolaylaştırdı. Dinkum kesinlikle Animal Crossing ve Stardew Valley yapıtlarının en iyi yönlerini alıp kendine has bir sosla sunuyor. Animal Crossing cephesinin dekorasyon zevkini ve Stardew Valley tarafının derin çiftçilik sistemlerini birleştirirken, üzerine eklediği keşif ve aksiyon ögeleriyle kimliğini bulmuş.
Ne biri kadar kısıtlayıcı ne de diğeri kadar piksel tabanlı; tam arada, modern ve ferah bir noktada duruyor. Bu oyunların hayranıysanız, Dinkum içerisinde kendinizi evinizde hissedeceksiniz ama aynı zamanda yeni şeyler keşfetmenin heyecanını da yaşayacaksınız. Bir diğer yandan da Dinkum oyunundaki ilerleme hissi o kadar dengeli ayarlanmış ki, hiçbir zaman ne yapacağınızı bilmez bir halde kalmıyorsunuz eğer bana soracak olursanız.
Dinkum oyununun içerisindeki çok işlevsel olan görev panosu, günlük hedefler ve uzun vadeli kilometre taşları sizi sürekli meşgul tutuyor. Bazen sadece kelebek yakalamak için çıktığım bir tur, saatler süren bir şehir düzenleme projesine dönüşebiliyor. Oyunun sizi bu doğal akışın içine çekmesi ve zorlamadan yönlendirmesi, tasarımın başarısını gösteriyor. Sıkıcı veya angarya hissettiren işler bile, kazandırdığı ödüller sayesinde anlamlı hale geliyor.
Sonuç olarak Dinkum, Nintendo Switch kütüphanesine eklenen en değerli bağımsız yapımlardan biri olmuş. Teknik kusurlarına ve konsoldaki bazı kontrol zorluklarına rağmen, sunduğu içerik derinliği ve yarattığı bağımlılık yapıcı döngüyle bu eksileri kapatmayı başarıyor. PC tarafına yönelecek olursanız da zaten bahsettiğim sıkıntıların birkaç tanesini hiç yaşamıyorsunuz.
Eğer rahatlamak, kendi dünyanızı yaratmak ve biraz da Avustralya havası solumak istiyorsanız, bu oyuna kesinlikle bir şans vermelisiniz. Dinkum belki mükemmel değil ama kesinlikle samimi, dolu dolu ve kalpten yapılmış bir oyun. Ben şimdilik izninizle, hasat etmem gereken bal kabağı tarlalarıma geri dönüyorum. Siz de bu sırada bu oyunu satın almayı ve oynamayı düşünebilirsiniz.






