Atomfall, Sniper Elite serisinden tanıyacağınız Rebellion tarafından geliştirilen ve klasik kıyamet sonrası temaları İngiliz mizahı ve kasvetiyle harmanlayan bir hayatta kalma-macera oyunu. Fallout, S.T.A.L.K.E.R. ve Metro gibi markalardan ilham alan bu yeni oyun, oyuncuyu 1957 yılının Windscale nükleer felaketinin alternatif bir tarih versiyonuna yerleştiriyor. Kuzey İngiltere’nin karantina altındaki bölgelerinde geçen bu hikâye, oyuncuya hem serbest bir keşif hem de atmosferik bir gizem vaat ediyor. Bizler de bu oyunu yakından inceliyoruz.
Oyunun başlangıcı oldukça etkileyici. Hafızasını kaybetmiş bir karakter olarak bir sığınaktan çıkıyor, maskeli bir adam tarafından size verilen gizemli bir nesne ile tek başınıza karantina bölgesine gönderiliyorsunuz. Bu noktadan sonra tüm yön bulma, görev takibi ve anlatı size kalıyor. Atomfall yapıtının özgürlükçü yapısı burada devreye giriyor ve sizi geleneksel görev işaretçileri olmadan dünyayı keşfetmeye teşvik ediyor ve çok iyi hissettiriyor.
Hikâye anlatımı, keşif üzerine kurulmuş. Haritada koordinatlar belirleyip yolculuğa çıkmak, kulaktan dolma bilgilerle bir gizemin peşinden gitmek oyunun temel dinamiği. Çevresel anlatım, belgeler ve NPC diyaloglarıyla ilerleyen hikâye, oyuncuyu aktif bir dedektif rolüne sokuyor. Yine de Atomfall içerisindeki bu bu eller serbest yaklaşım, bazı oyuncular için zaman zaman kafa karıştırıcı ya da yavaş ilerleyen bir deneyim haline gelebiliyor.
Oyunun dünyası, atmosfer açısından kesinlikle etkileyici. Rüzgarla savrulan çimenler, terkedilmiş köyler, sisli orman yolları ve radyoaktif mavi parlamalar, İngiliz kırsalını apokaliptik bir tabloya dönüştürüyor. Earl Grey çayları ile enerji kazandığınız, kırmızı telefon kulübelerinde bilinmeyen seslerin fısıldadığı bir dünyadan bahsediyoruz. Bu özgün “Britanya dokusu”, Atomfall oyununa ayrı bir karakter kazandırıyor. Çaydan ötürü zaman zaman kendimizi evimizde de hissediyoruz.

Küçük ölçekli ama detaylı bölgelerden oluşan harita, devasa açık dünya beklentisi olan oyuncuları hayal kırıklığına uğratabilir. Ancak bu tasarım, görevlerin birbirine bağlanmasını kolaylaştırıyor ve keşfi daha yoğun hale getiriyor. Her bölge, karakterlerle dolu küçük hikâyelere ev sahipliği yapıyor ve bunların çoğu ana hikâyeye entegre. Görev yapısı, yan içerikleriyle birlikte oldukça organik.
Atomfall oyununun en güçlü yönlerinden biri, anlatı derinliği ve oyuncu tercihlerini etkili biçimde kullanması. Karakterlerle yaptığınız sohbetlerde vereceğiniz cevaplar gidişatı doğrudan etkileyebiliyor. Güven ilişkileri kurulabiliyor ya da tamamen ortadan kalkabiliyor. Tüm karakterleri öldürerek de ilerleyebiliyorsunuz. Bu da oyunun rol yapma yönünü güçlendiren etkili bir tercih.
Buna karşın, anlatımın en güçlü olduğu bölümler bile oyuncu tarafından tamamen gözden kaçırılabiliyor. Oyun, sizi zorlamıyor veya yönlendirmiyor. Eğer bazı görev zincirlerini başlatmazsanız, ana olayların derinliğini hiç görmeyebilirsiniz. Bu özgürlük, bazı oyuncular için ödüllendirici olsa da bazıları için içerik kaybı anlamına gelebilir.
Savaş sistemi ise ne yazık ki oyunun en zayıf halkası. Rebellion gibi Sniper Elite serisinin arkasındaki bir ekipten daha iyisi beklenirdi. Yakın dövüş sarsak ve tepkisiz; savunma ya da kaçınma mekanikleri yok, düşmanlar saldırırken sizden daha hızlı davranıyor. Silahlar daha iyi hissettirse de cephane kıtlığı ve sınırlı çeşitlilik, çatışmaları kısa sürede sıkıcı hale getiriyor.

Yapay zekâ da aynı ölçüde sorunlu. Bazı düşmanlar son derece agresifken, bazıları sizi görmezden gelebiliyor. Stealth sistemi ise ya aşırı güçlü ya da tamamen işlevsiz çalışıyor. Uzun çimenler içinde görünmez hale gelebilirken, kapının arkasındaki bir boşluktan tespit edilmeniz mümkün. Bu dengesizlikler, özellikle çatışma sırasında oyuncu deneyimini baltalıyor.
Keşif ödüllendirici ama yolda geçen boş zamanlar fazla. Gittiğiniz her ilginç yer arasında, uzun ve neredeyse tamamen boş mesafeler var. Göze hitap eden manzaralar arasında çok az içerik bulunuyor. Harita büyük değil ama buna rağmen ölü bölgeler çok fazla. Oyunun yapısal dengesizlikleri, keşif motivasyonunu zaman zaman zedeliyor.
Görev tasarımları ise genel olarak ilginç. Bazı görevler doğrudan gizemli olaylara ışık tutarken, bazıları çevresel bulmacalar içeriyor. Özellikle de “The Interchange” isimli bölüm, keşif, bulmaca ve atmosfer konusunda oyunun zirvesi. Spoiler olmaması açısından fazla detaya girmemek gerek ama bu bölüm, oyunun potansiyeline en çok yaklaştığı yerlerden biri.
Teknik anlamda ise Atomfall biraz “jank” barındırıyor. PlayStation 5 Pro konsolumda görsel olarak etkileyici sahneler sunsa da zaman zaman ciddi ses sorunları yaşanabiliyor. Bazı geçişlerde ses tamamen kesiliyor ve yeniden başlatma gerekebiliyor. Ara ara yaşanan framerate düşüşleri de oyunun atmosferini baltalayan küçük ama can sıkıcı detaylardan biri.

Atomfall oyununun ticaret sistemi de alışılmışın dışında biraz. Paradan ziyade envanterinizdeki öğeleri takas ederek alışveriş yapıyorsunuz. Her tüccarın tercihi farklı olabilir; bazıları et isterken bazıları cephane karşılığında size daha fazlasını verir. Bu sistem, rastgele bulunan eşyaları değerli kılıyor ve kaynak yönetimini anlamlı hale getiriyor. Akıllıca tasarlanmış.
İlginç bir şekilde, oyuncuya görevleri nasıl çözeceği konusunda büyük esneklik tanınıyor. İstediğiniz yolu izleyip farklı sonlara ulaşabiliyorsunuz. Bazı görevler sizin hangi fraksiyonları desteklediğinize göre değişiyor. Bu da tekrar oynanabilirliği arttırıyor. Ancak hızlı seyahat sisteminin eksikliği ve bazı bölgelerdeki yönsüzlük hissi, tekrar oynama isteğini biraz törpülüyor.
Atomfall, içeriğinden çok sunumuyla hatırlanacak gibi görünüyor. Oyun, İngiliz kıyamet estetiğini sinematografik bir şekilde yansıtıyor. Çay içerek enerji kazanmak, retro-fütüristik İngiliz kasabalarında gezinmek ve Doctor Who gibi markalara yapılan referanslarla karşılaşmak, oyun dünyasında az rastlanan detaylar. Ancak bu atmosferin arkasında mükemmel bir oyun mekaniği arıyorsanız hayal kırıklığı yaşamanız mümkün.
Sonuç olarak Atomfall, keşfe dayalı anlatımı ve özgün atmosferiyle dikkat çeken bir deneyim sunuyor. Ancak teknik sıkıntılar, zayıf savaş sistemi ve bazen boş geçen anlar nedeniyle potansiyelinin tamamına ulaşamıyor. Yine de bu tarz atmosferik ve deneysel oyunları sevenler için kesinlikle denemeye değer. Özellikle de Game Pass gibi platformlarda denk gelirseniz, bu İngiliz kıyametinde bir yürüyüşe çıkmaya değebilir.