The Wandering Village, ilk bakışta sevimli ve huzurlu bir şehir kurma oyunu gibi görünse de, birkaç saat içinde kendini acımasız bir hayatta kalma mücadelesine dönüştüren, zekice tasarlanmış bir yapım olduğunu ortaya koyuyor. Oyuncuyu, zehirli bir dünya karşısında hayatta kalmaya çalışan küçük bir topluluğun lideri olarak, devasa bir yaratığın sırtına yerleşmiş bir köyü yönetmeye davet ediyor. Onbu adlı bu nazik devin üzerinde kurulan köy, sadece estetik değil, aynı zamanda stratejik bir varlık olarak sunuluyor. Yani, Onbu hareket ettikçe, kaynaklar da değişiyor, iklim de dönüşüyor ve siz, sürekli tüm bunlara uyum sağlamak zorunda kalıyorsunuz.

The Wandering Village, klasik şehir kurma öğelerini başarıyla barındırırken, bu öğeleri sürekli değişen bir ortamla sınayarak olağan dışı bir dinamizm yaratıyor. Tarım yapıyor, su topluyor, konutlar inşa ediyor ve üretim zincirleri kuruyorsunuz. Ancak kurduğunuz her sistem, Onbu’nun nerede durduğu, hangi biyomdan geçtiğiniz ve hava durumunun nasıl olduğu gibi değişkenlere bağlı olarak ya güçleniyor ya da çöküyor. Bu nedenle planlama yapmak kadar, plansızlığa hazırlıklı olmak da hayati önem taşıyor. Oyun, bu sayede benzersiz senaryolar yaşatabiliyor.

Başarılı şehir kurma sisteminin temelinde sade ama etkili bir kullanıcı arayüzü yatıyor. The Wandering Village, kaynak akışını ve iş gücü dağılımını görselleştirmede oldukça başarılı. Deneme-yanılma yoluyla öğrenilen üretim zincirleri, ilk başta karmaşık gibi gelse de, kısa sürede sezgisel hâle geliyor. Oyuncu, yalnızca hammaddeleri değil, aynı zamanda iş gücü önceliklerini de dikkatle yönetmek zorunda. Bir araştırmacıyı gıda üretiminden çekmenin sonucu, açlık krizi olabilir.

Onbu’nun sırtındaki sınırlı arazi, klasik şehir kuruculardan farklı olarak mekânsal strateji gerektiriyor. Her bina, yerleşimi planlarken gelecekteki ihtiyaçlara dair bir öngörü gerektiriyor. Ne yazık ki, bazı önemli yapılar, örneğin araştırma istasyonları, mutfaklar veya Onbu ile etkileşime girilen yapılar, yerleştirildikleri yerde sabit kalıyor. The Wandering Village içerisinde yeniden konumlandırma seçeneğinin olmaması, kaynak israfı pahasına yıkım ve yeniden inşa sürecini zorunlu kılıyor. Bu da çok ufak bir tat kaçıran detay oldu benim için.

The Wandering Village oyununun görsel tasarımı, çizgi film estetiğinde bir tatlılık taşıyor. Yumuşak renkler, yuvarlak çizgiler ve minyatür karakter animasyonları, oyuncuda rahatlatıcı bir his yaratıyor. Ancak bu tatlılık, çoğu zaman oyunun gerçek yüzünü gizleyen bir maske gibi; ne zaman sisteminizin işler olduğunu düşünseniz, oyunun size bir tokat atmaya hazırlandığını hissediyorsunuz. Bu çelişki, bahsettiğim video oyununu hem sevimli hem de tedirgin edici yapan başlıca unsur.

The Wandering Village, planlamanızı beklenmedik olaylarla sürekli test ediyor. Ani fırtınalar, kuraklıklar, zehirli bulutlar ya da Onbu’nun dinlenmek için kendini toksik bir bataklığa bırakması gibi durumlar, sizin önceden hazırlıklı olup olmadığınızı ortaya çıkarıyor. “Cozy” olarak sunulan bu atmosferin altında, sürekli bir kaynak krizi ve tehlike dengesi yatıyor. Her yanlış karar, saatler süren bir toparlanma sürecine neden olabiliyor ki bu kesinlikle kötü bir şey değil.

Onbu ile oyuncu arasındaki ilişki ise tamamen tek yönlü değil. Onbu, kendi kararlarını alabilen, sizin komutlarınıza bazen itaat eden, bazen görmezden gelen bir karakter. Ona güven inşa ettikçe, vereceğiniz yönlendirmelere yanıt verme ihtimali artıyor. Ancak bir horn tower kurmayı başaramadıysanız ya da yeterince iyi beslemediyseniz, Onbu istediğini yapıyor ve bazen bu karar tüm köyü mahvedebiliyor. The Wandering Village içerisinde biraz dikkatli olmak gerekiyor.

Bu dinamik, oyuncuya tam kontrol vermek yerine, daha çok bir “ortak yaşam” hissi veriyor. Onbu’nun davranışları tahmin edilebilir olmaktan uzak. Bu da her seferinde farklı bir sonuç doğuruyor. Aynı yoldan ikinci geçişinizde, çok daha hazırlıklı olsanız bile, Onbu’nun bir anda dönüp sizi başka bir yönlendirmeye mecbur bırakması çok olası. Bu da tekrar oynanabilirliği destekleyen önemli bir tasarım unsuru. İşin içine bolca şans da giriyor tabii ki.

Mekanikler arasında en çok öne çıkanlardan biri de kaynak yönetimi. Oyunda sadece üretmek değil, aynı zamanda kaynakları dengeli bir şekilde bölüştürmek gerekiyor. Özellikle insanlar ile Onbu arasında yapılan kaynak bölüşümü çoğu zaman kriz yaratabiliyor. Örneğin, iyileştirme için gereken otlar, bazen Onbu’nun ilacı için gerekli olabiliyor ve tahmin edin ne oluyor? Köylüler o otları kendi hastanelerine çekip bitiriyor ve Onbu’yu zehirli bataklıkta ölüme terk ediyorlar…

Bu noktada biraz daha mikroyönetim ve kaynaklara özel kısıtlama seçenekleri fena olmazdı. Belki de belirli kaynakları yalnızca Onbu’ya ayırabileceğimiz bir sistem, bu tarz sorunları çözebilirdi. Şu anki sistemde, oyuncu sürekli olarak 80 kişilik bir grubun kararlarını manuel olarak düzeltmek zorunda kalabiliyor. Bu da bazen keyiften çok angaryaya dönüşebiliyor The Wandering Village içerisinde.

Her şeye rağmen, oyun oynanış akışında bir ritim kurmayı başarıyor. Her yeni biyom, farklı iklim koşulları ve kaynak zorlukları sunarak oyuncuya yeni sınavlar veriyor. Tarım sisteminizin çökmesiyle gıdaya öncelik verirken, diğer yanda araştırma süreciniz yavaşlıyor. Ancak bu dengenin içinde bir başarı elde etmek, oyunun sunduğu en büyük ödüllerden biri.

Müzikler ise bu atmosferin duygusal yükünü taşıyor. Tribal melodiler, minimalist dokunuşlarla birleşiyor ve hem sakinlik hem de tehdit hissi yaratıyor. Özellikle de Onbu’nun nefes alışverişi, ayak sesleri ve çevresel efektler, oyunun ses tasarımına ayrı bir canlılık katıyor. Görsel sadelik ile sesin derinliği birleşince, ortaya neredeyse meditatif bir deneyim çıkıyor.

Ne yazık ki, anlatı açısından The Wandering Village pek derin değil. Evet, dünya neden bu hâle geldi, insanlar neden Onbu’nun sırtına taşındı gibi soruların yanıtı var. Ancak bunlar, arka plan bilgilerinden öteye gitmiyor. Oyuncuya sunulan hikâye, daha çok bir çerçeve işlevi görüyor. Karakterler, nadiren etkileşime giriyor ve genellikle sadece sistemleri açıklayan araçlar olarak kalıyor. Bu da eğer oyundan bir hikaye veya lore bekliyorsanız, pek iyi bir işaret değil.

Kamera kontrolü de bu türdeki birçok şehir kurma oyununa göre sınırlı kalıyor. Görsel olarak böylesine sevimli ve detaylı bir dünya sunan oyunda, yalnızca sabit bir açıdan bakabilmek, zamanla mekânsal sıkışıklık hissi yaratıyor. Binaların arkasındaki yolları görememek, dekoratif düzenlemeleri dilediğiniz gibi yapamamak, oyuncunun köyüyle olan bağını zayıflatabiliyor. Özellikle ileri seviyede yapı yoğunluğunda bu kısıtlama daha da can sıkıcı hâle geliyor.

Ses tasarımı genelde başarılı olsa da, kaynak metinde dikkat çekilen önemli bir ayrıntı, seslerin lokalize edilememesi. Belirli binaların çalışma sesleri ya da çevresel efektler, oyuncuya sesin nereden geldiğini hissettirmekte yetersiz kalabiliyor. Örneğin, arka plandaki bir araştırma istasyonunun aktif olup olmadığını anlamak için yalnızca görsele güvenmek gerekiyor. Oysa sesin yönsel aktarımı, bu etkileşimi hem duygusal hem işlevsel açıdan zenginleştirebilirdi.

Karakterler ve anlatım konusunda da daha fazla derinlik beklentisi doğabiliyor. Granny Wally gibi karakterler veya araştırmacı eşi gibi figürler yalnızca öğretici görev üstleniyor; ancak bu karakterler ile etkileşimler diyaloglar üzerinden değil, sistemsel yönlendirmelerle sınırlı kalıyor. Oyuncuya daha duygusal veya hikâye temelli bağ kurduracak bir anlatı eksikliği hissediliyor. Bu da yaşanan olayları daha çok mekanik bir çaba gibi hissettirebiliyor.

Zorluk eğrisi, yalnızca teknik olarak değil, duygusal olarak da oyuncuyu baskı altında tutuyor. “Tam kaybetmiyorsun ama sürekli kaybetmeye yakınsın” hissi, oyuncunun asla tam anlamıyla rahatlamasına izin vermiyor. Sürekli tehdit altında olduğunuzu bilmek, uzun süreli oynanışlarda mental yorgunluk yaratabiliyor. Oyunun sevimli dış görünüşünün altında bu kadar stresli bir temel yatması, bazı oyuncular için çelişkili bir deneyim doğurabilir.

Buna rağmen, The Wandering Village tekrar oynanabilirlik açısından zengin bir yapıya sahip. Rastgele üretilen biyomlar, her oynanışta farklı stratejiler gerektiriyor. Onbu’nun davranışları bile değişebildiği için, aynı başlangıç koşullarında dahi iki farklı sonuca ulaşmanız mümkün. Bu da oyunun ömrünü uzatıyor. Ara yüz ve işleyiş açısından ise oyun, teknik anlamda oldukça stabil. Performans problemleri yok denecek kadar az.

Menü geçişleri, inşa komutları ve kaynak görselleştirmeleri hızlı ve akıcı. Oyunun genel ritmi, sabit bir ilerleme sunuyor ve büyük ölçüde kendi kendini dengeliyor. Kısa vadeli planlar kadar uzun vadeli stratejiler de burada önem kazanıyor. Farklı oynanış tarzlarına uyum sağlayabilmesi, oyunun en önemli avantajlarından biri. Sakin ve düşünerek oynayanlar da, agresif ve sürekli genişlemeye odaklananlar da kendi yollarını bulabiliyor. Oyun, tek bir “doğru yol” sunmuyor. Bu da oyuncuya alan tanıyor ve kişisel başarı hissini artırıyor.

İçerik açısından fiyatına göre oldukça doyurucu. 15 dolarlık fiyat etiketiyle sunduğu içerik miktarı, özellikle tekrar oynanabilirlik ve stratejik zorluklar göz önüne alındığında, fazlasıyla makul. Yeni başlayanlar için biraz dik bir öğrenme eğrisi sunuyor olsa da, bu zorluk eğrisi öğrenildikçe keyfe dönüşüyor. Sonuç olarak, oyun, sevimli dış görünüşünün altında hayli zorlu ve stratejik bir şehir kurma simülasyonu sunuyor. Mekanikleriyle zorlayan ama ödüllendiren, görselliğiyle yumuşak ama atmosferiyle sert bir deneyim arayanlar için kesinlikle denemeye değer. Onbu ile birlikte nefes alan bu köy, her yeni adımda farklı bir hikâye anlatıyor ve bu hikâyenin yazarı siz oluyorsunuz.

The Wandering Village incelemesi
The Wandering Village
Olumlu
Eşsiz "canlı üzerinde şehir kurma" fikri.
Onbu ile etkileşimli ortak yaşam hissi.
Stratejik derinlikli kaynak yönetimi.
Farklı oynanış tarzlarına açık yapı.
Dinamik biyom ve hava koşulları sistemi.
Yüksek tekrar oynanabilirlik.
Güçlü atmosfer ve ses tasarımı.
Görsel olarak sevimli ve detaylı dünya.
Olumsuz
Bina taşıma ve yerleştirme kısıtlılığı.
Kamera kontrolü yetersiz ve sabit.
Onbu için kaynak ayırma imkânı yok.
Mikroyönetim bazen yorucu olabiliyor.
Karakterler ve anlatı yüzeysel kalıyor.
Sürekli kriz hali mental yorgunluk yaratabiliyor.
8