Açık denizde dümeni ilk devraldığım an, Seafarer: The Ship Sim yapıtının nasıl bir oyun olmak istediğini hemen anladım. Kendisi; ağır, sabırlı, araç odaklı bir simülasyon olmak istiyor ve denizin ritmine karışan, geminin ağırlığını koluma taşıyan, rotayı mil mil düşündüren bir deneyim sunuyor. Erken Erişim etiketi buna rağmen saklanmıyor; her güzel manzaranın ardında, her başarılı manevranın gölgesinde hâlâ törpülenmemiş köşeler var ama ilk saatten sonra, temellerin doğru atıldığı hissi direksiyona oturuyor ve oyunu bırakmak kolay olmuyor.

Oynanışın omurgası tek bir doğrultuya sıkışmıyor; farklı fraksiyonlardan iş alıp (kargo, yangınla mücadele, devriye), filonuza yeni gemiler ekleyerek ve her gemide köprüden makine dairesine yürüyebildiğiniz küçük etkileşimler yaparak ilerliyorsunuz. Bu kurgu, kamera değil de kaptan olma duygusunu diri tutuyor; radar/ECDIS ekranlarına eğilmek, makineleri kontrol etmek, güvertede işe dahil olmak, sadece dümen kırmakla yetinmeyen bir simülasyon tadı veriyor.

Aksiyon arasında yan şeyler yapmayı sevmeyenlere uzun gelebilir ama ben her işin öncesi-sonrası hazırlıklarına vakit ayırdıkça oyunun ritmi yerine oturdu. Zaten bu tarzdan hoşlanıyorum. Gemi hissi ise bu paket içinde en tutarlı parça: Tonlarca ağırlık, ivme, atalet ve rüzgâr/su karşılığı birleşince dümeni bir tık fazla kırdığınızda bile hatayı hemen hissediyorsunuz. Buna karşın denizle temasın bazı noktalarda inandırıcılığı kırıldığı oluyor; dalgayı yarıp gitmek yerine suyun üstünde kayar gibi hissediyorsunuz. Tekrarlı köpük izi gibi küçük ama simülasyon severin gözüne batan detaylar da var.

Seafarer: The Ship Sim oyununun potansiyeli güçlü, cilaya ihtiyacı belirgin. Oyunun en zayıf halkası ise öğreten el. Açıkça söyleyeyim: Öğretici bölüm, karmaşık bir simülasyona yakışan sabırlı anlatımı sunmuyor; arayüz halkaları ve bağlam dışı komutlar arasında doğru ekranı bulmak, vinçle ilk konteyneri kilitlemek veya bir alt sistemi devreye almak beklediğimden çok daha uzun sürdü. Önce hisset, sonra öğren yaklaşımı simülasyonlarda güzeldir ama burada temel mekaniklere dair rehberlik eksikliği yeni oyuncuyu gereksiz bir mücadeleye sokuyor.

Seafarer: The Ship Sim oyununun görev yapısı geniş ama temposu dönüşümlü. Limandan limana yük taşırken mil hesabı, akıntı ve hava durumu kararları güzel bir akış kuruyor fakat oyunda henüz uçtan uca bir rota tutma/otopilot olmadığı için uzun seyirlerde mikro düzeltmeler yapmak yorucu olabiliyor. Ben bu boşlukta, gerçekçi seyir keyfini sevsem de rotada otomatik olarak devam etme gibi temel bir detayın eklenmesiyle döngünün çok daha akıcı olacağı hissinden kurtulamadım.

Gemi dışı etkileşimler, (vinç kullanımı, kontrol listeleri, incelemeler) fikren doğru yerde ama pratikte kamera açıları ve hassasiyet, mini uğraşları bulmacadan çok angaryaya çevirebiliyor. İlk başta güverte işlerinin bir kaptanın rutinine değer kattığını hissettim ama vinçle yanaştırma veya konteyner kilitleme gibi anlarda ince ayar eksikliği yüzünden süre uzayınca, denize açılma iştahıma gölge düştüğü oldu. Teknik vitrin de kağıt üzerinde etkileyici.

Unreal Engine 5 temelinin ışıklandırma ve materyal çalışması ile NVIDIA WaveWorks 2.0 teknolojisinin sunduğu dalga davranışı, gün doğumunda parıldayan su yüzeyinden fırtınalara kadar güçlü kareler çıkarıyor. Buna karşılık, bu güzellik, performans faturasıyla birlikte geliyor: Kare hızı dalgalanmaları ve yoğun sahnelerde hissedilen yük, güçlü sistemlerde bile ayar kurcalamayı zorunlu kılıyor. Güzel ama pahalı diyebileceğim bir tablo bu.

Seafarer: The Ship Sim içerisindeki ses tasarımı, deniz üstü yalnızlığı güzel veriyor; motor uğultusu, rüzgâr kırılması ve gövdenin suyla teması kulak dolduruyor. Öte yandan ortamı canlandıracak VHF/liman konuşmaları gibi ayrıntıların yokluğu, uzun seferlerde fonu biraz steril bırakıyor. Buna karşılık ara sahnelerde beklenenden iyi seslendirme duymak hoş bir sürpriz; ton yer yer yapay dursa da simülasyon türünün alışıldık “tenekeli” okumasından daha canlı.

Seafarer: The Ship Sim oyununun arayüz ve navigasyon araçları iş görür seviyede; köprüde radar ve ECDIS’e gerçekten bakmak, rota okumayı bir oyun tabakasına çeviriyor. Yine de bağlam duyarlı ipuçları ve görev adımlarında daha tutarlı bir işaretleme, özellikle gemi dışı görevlerde sürtünmeyi azaltır. Otopilot ve ayrıntılı seyir planlayıcısı gibi modüller eklendiğinde, simülasyon zenginliğinin yoruma değil pratiğe de yansıyacağına inanıyorum.

Filo çeşitliliği, oyun dünyasına yakışır bir ölçek duygusu veriyor. Küçük römorkörle kıyıya yapışıp milim milim itişmek başka bir disiplin; açık denizde ağır bir yük gemisini dalga aralarında dengede tutmak bambaşka. Her gövdenin fren-gaz tepkisi, dönüş yarıçapı ve kütle duygusu farklı ki bu da ilerledikçe uzmanlaşma arzusunu besliyor. Görsel ayrıntı seviyesi de bu çeşitliliği destekliyor; köprüdeki panel düzeninden güverte ekipmanlarına kadar modellemede özen var.

Seafarer: The Ship Sim içerisindeki görev yazımı hâlâ sistemleri parlatmak için bir çerçeve işlevi görüyor. Fraksiyon başındaki karakterler ile iş almak, belli bir kariyer hattına kendinizi bağlayıp ekipman/maliyet dengesini kurmak, serbest gezen kaptan fantezisini taşıyor. Ekonomi tarafında para biriminin anonim kalması simülasyon tadını biraz inceltiyor; küçük bir yerelleştirme dokunuşu bile bu ayrımı hızla kapatır. Bir birime USD veya EUR demek ne kadar zor olabilir?

Kontrol şeması bugün çalışır seviyede; yarın ise alışkanlık olma potansiyeli var. Klavye-farede bağlam halkaları daha net görsel geri bildirim istiyor; DualSense gibi kontrolcülerde ise tetik/direksiyon kombinasyonlarının başlangıç profilleri iyi ama ince ayar ekranı daha özgür olmalı. Kamera geçişleri (köprü içi, dış, serbest) gemi tipine göre anlamlı; burada sadece vinç/mini oyun anlarına özel akıllı kamera öneririm Seafarer: The Ship Sim oyununa.

Optimizasyon cephesinde bir akşamı ayarlar menüsünde geçirmeniz muhtemel. Çözünürlük ölçekleme, gölge/yansıma kalitesi ve post-process efektlerini indirip, AA’yı makul tutunca dalga fiziğinin büyüsü korunurken kare hızı stabil bir raya oturuyor. Seafarer: The Ship Sim oyununun şu anki sürümdeki ayarlarda yüksekten başla, aşağı in yerine orta-düşükten başla, kademe kademe yükselt yaklaşımı daha az sinir bozuyor.

Bütün bu tablo içinde, Seafarer: The Ship Sim oyununun en değerli vaadi potansiyel kelimesine sığınmıyor; zaten oynarken de görülüyor. Geminin ağırlığı doğru, seyir araçları doğru, büyük haritada mesafe duygusu doğru. Eksik olan, bunları yeni oyuncuya sabırla öğretecek, tekrarı törpüleyecek ve uzun seferleri akışta tutacak tasarım bağları. Bu üç başlık çözüldüğünde, erken erişimden çıkışa hazır bir deniz simülasyonu profili ortaya çıkar.

Benim için günün sonunda denge şöyle kuruldu: Rota tutturduğum, hava değiştikçe makine gücünü ayarladığım ve limana yaklaşırken çapraz akıntıyı hesaba kattığım anlar oyunu sevdiriyor; vinçle ince iş yaparken kamera ile boğuştuğum, uzun seyirde otopilot aradığım, öğreticide “peki şimdi ne” diye kaldığım anlar tadı kaçırıyor. Ben açıkçası video oyunu dünyasında, “Microsoft Flight Simulator ama denizde ve gemilerle” diyebileceğim bir oyun arıyorum ve ona en çok yaklaşan yapıt Seafarer: The Ship Sim oldu. Tabii yine de ikisi arasında dağlar kadar fark var.

Kısaca Seafarer: The Ship Sim, bugün pürüzlü ama dürüst; gelecekte ise doğru güncellemeler ile kendini hızla yukarı çekebilecek bir gövdeye sahip. Erken Erişim süreci boyunca atılacak en kritik adımlar; sağlam bir öğretici, otopilot/seyir planlayıcısı, vinç ve güverte etkileşimlerinin kamera-kontrol uyumu ve genel optimizasyon olacaktır. Seafarer: The Ship Sim bu adımlarla, dalganın üstünde kayar gibi değil, dalgayı yaran bir simülasyon olur bence.