Kong: Survivor Instinct oyununu sayısız saat oynadıktan sonra gönül rahatlığıyla şunu söyleyebilirim: Monsterverse evreninin ortasına dalan, Titan savaşlarının ham kaosunu kişisel bir hayatta kalma mücadelesiyle birleştiren farklı bir deneyim var karşımızda. Oyunda, bir petrol platformunda çalışan David’in yerine geçiyoruz. Titanların harap ettiği bir şehirde, hem hayatta kalmaya çalışıyor hem de kızı Stacy’yi bulmak için çabalıyoruz. Cephane topluyor, harabeler arasında yol arıyor, enkazla boğuşuyoruz ve her adımda risk alıyoruz.

Kong: Survivor Instinct içerisinde en sevdiğim unsur, kesinlikle duygusal motivasyon. Bu ölçekteki pek çok yapım dünyayı kurtaran bir kahramanı öne çıkarır. Burada ise sıradan bir babanın hikâyesi var. Amacımız ne Kong’u avlamak, ne de Titanlara meydan okumak. Sadece bu tufandan sağ çıkıp, kızımıza ulaşmaya uğraşıyoruz. Kong ve diğer dev yaratıklar ortalığı yıkıp geçerken biz kırılgan bir insan kalıyoruz. Monsterverse’in gölgeli kuruluşu Monarch’ın dâhil ediliş biçimi dengeli. Hikâyenin merkezine taşınmıyor. Daha çok hayatta kalma çantasında bir alet gibi iş görüyor.

Böylece büyük evrenle bağ kopmuyor ama David’in kişisel derdinden de uzaklaşmıyoruz. Ana hedef net: Stacy’yi bulmak. Yıllardır birçok hayatta kalma oyunu oynadım. Kong: Survivor Instinct, beni kaynak yönetimiyle yakaladı. Sürekli arama yapıyor, karar veriyor ve bedeline katlanıyorsunuz. Mermi kıt, bu yüzden çatışmaya girerken düşünmek şart. Bir paralı asker kampını çaktırmadan pas geçmek mi, yoksa riske girip temizleyip loot mu yapmak gerekir. Hemen her seçim sonuç doğuruyor.

Açık dünya ise devasa değil. Yine de farklı meydan okumalar barındıran bölge bölgelerle dolu. Bazı yerler insan kaynıyor. Bazıları Titan hasarı yüzünden çöküp duruyor. Güzergâh planlamak zorundasınız. Birkaç kez binalar arasında tehlikeli atlayışlar yaptım ve dar yarıklardan sürünerek geçtim. Üstüme devrilecek beton yığınından kıl payı kurtulduğum anlar oldu. En iyi kısım ise Titanlar. Onlarla doğrudan savaşmanıza izin verilmiyor. İyi ki de öyle; şansımız olmazdı. Doğrudan savaş yerine Monarch teknolojisi yardımıyla onları yönlendirebiliyoruz.

Monarch teknolojisi başta basit bir numara gibi gelmişti ama sonradan gelen strateji katmanı gerçekten işe yarıyor. Titanları birbirine karşı kışkırtmak ya da bir grubu ezip geçmeleri için ortam yaratmak seçeneklerden bazıları. Böylece kaçmak veya çevreyi yağmalamak için kısa bir pencere açılıyor. Kolay değil; Kong’un, basıp geçmek üzere olduğum bir kampı tek hamlede yerle bir edişini izleyince bir kez daha anladım. Bu varlıklar bize aldırmıyor. Doğanın dev dalgaları gibiler.

İnsan düşmanlara karşı çatışmalar da baştan sona gergin. Ağırlıklı olarak Apex paralı askerleri var ve güçlü hissetmiyorsunuz. Her çatışma tehlikeli. Silahların tepkisi yerinde, gösterişsiz ama tok. Başlangıçta sıradan tabancalarımız var. Dolaştıkça yeni ekipman buluyoruz. Mermi sayısı düşük tutuluyor. Hele kalabalıkta, neredeyse her kurşunun hesabını yapıyorsunuz. Buna karşın gizlilik kısımları beni daha da çok içine aldı. Bazı anlarda sağa sola ateş etmektense görünmeden sızmak daha mantıklı. Tabii ben genelde diğer oyunlarda da gizliliği sevdiğimi de bu noktada söyleyeyim.

Enkaz arasında sürünerek devriye gezen paralı askerlerden kaçarken bir Titan’ın adımlarını kafamda saydığım oldu. Bu anlar oyunun survival ruhunu net veriyor. Av olmamaya çalıştığınız bir dünya… Titanları yakından görmek Kong: Survivor Instinct oyununun doruk noktası. Elbette sahnenin yıldızı Kong. Şehrin üstüne çöken varlığı ürkütücü. Bir Titan’la boğuşmaya başladığında ortalık cehenneme dönüyor. Bizim varlığımızın ne kadar küçük olduğunu sürekli hatırlatıyor. Onlar kapışırken siper ararken hissettiğim çaresizlik, keyif veren türden bir korkuydu.

Beni şaşırtan başka bir nokta da şu: Titan dövüşleri arka plan süsü değil. Hep onlar etrafında manevra yapıyoruz. Bazen Monarch cihazıyla davranışlarını etkiliyor, bazen güzergâhlarını bekleyip zamanlamayı kolluyoruz. Gökdelenin içinde ilerlerken Kong’la başka bir Titan’ın binayı lime lime ettiği bir bölüm var. Yanlış adımın beni un ufak edeceğini hissettim. Bunların yaşandığı yıkılmış şehir ise başlı başına bir karakter gibi. Sınırda duran bir çöküş atmosferi var. Uzun süre keşfe daldım. Neredeyse her köşe yeni bir ayrıntı sunuyor Kong: Survivor Instinct içerisinde.

Yıkılan gökdelenlerin tepelerinden yeraltı tünellerine, yağmacılarla dolu karanlık köşelere kadar her mekân kendi yıkım hikâyesini anlatıyor. Sık sık çökmüş otoyollarda, kırık köprülerde, çatlak duvarların üzerinde dolaştım. Dikey tasarım öne çıkıyor. Sadece sokaklarda koşturmuyorsunuz. Tırmanıyor, atlıyor, çok katlı alanlarda gizleniyorsunuz. Keşif bu sayede tekdüze değil. Yer yer The Last of Us serisinin çevresel anlatımını ve o sürekli tedirginliği hatırlattı bana.

Görseller ise güçlü. Yıkımın ölçeği etkileyici. Kong ortalığı kasıp kavurduğunda dev yapılar domino taşı gibi devriliyor. Titan kapışmalarının bıraktığı izler çarpıcı. Enkazın detayından havada uçuşan toza kadar emek belli. Gerçek bir savaş bölgesindeymişsiniz hissi oluşuyor. İnsanların artık başrol olmadığı bir sahne. Ses tasarımı da bu tabloyu tamamlıyor. Kong’u görmeden önce yer titriyor. Uzaklardan yankılanan kükremeler, sağ kalanların panik dolu telsiz konuşmaları eksik olmuyor.

Çökmek üzere olan bir binanın gıcırdayan sesi gibi küçük ayrıntılar bile gerilimi diri tutuyor. Çatışmada olmasanız bile tehlike hissi kaybolmuyor. Keyfim yerindeydi ama Kong: Survivor Instinct içerisinde kusurlar da var. Mesela; oyunun orta bölümünde tempo düşüyor, geriye dönüşler artıyor, kaynak arama tekrar etmeye başlıyor, bazı bölgeler birbirine fazla benziyor ve titan dövüşleri eskimiyor fakat aynı koridorlarda ikinci üçüncü kez dolaşmak bir miktar dolgu gibi hissettirdi. Bir diğer problem ise performans. Dev set parçalarında, Titanlar kapışırken kare hızı düşüyor.

Performans problemleri deneyimi mahvetmiyor ama sarsıyor. Hele çöken bir binada, düşen molozlardan kaçarken ve ateş altında manevra yaparken takılma can sıkıcı. Kong: Survivor Instinct, insanlığın uçurumun kenarında sendelediği bir dünyada vahşi bir yolculuk. Kişisel motivasyon, kaynak yönetimi ve dev Titan tehdidi bir araya gelince yoğun ve içine çeken bir karışım doğuyor. Pürüzleri yok değil. Yine de etrafınızda olanların ölçeği ve Kong: Survivor Instinct oyununun sizi bu dev makinada küçücük bir dişli gibi hissettirmesi ilgiyi ayakta tutuyor.

Kong: Survivor Instinct incelemesi
Kong: Survivor Instinct
Olumlu
Baba–kız odağı güçlü motivasyon yaratıyor.
Kaynak yönetimi ve kararların somut sonuçları.
Titanları yönlendirme mekaniği stratejik ve hoş.
Gizlilik ağırlıklı, sürekli gerilimli çatışmalar.
Yıkım sonrası şehirde zengin çevresel anlatım.
Dikey keşif sunan çok katlı alan tasarımı.
Etkileyici yıkım görselleri ve güçlü ses tasarımı.
Olumsuz
Orta bölümde tempo belirgin biçimde düşüyor.
Geri dönüş ve tekrar eden kaynak arama döngüsü sıkıcı.
Bazı bölgeler birbirine fazla benziyor.
Büyük sahnelerde kare hızı düşüşleri yaşanıyor.
Sınırlı cephane yönetimi biraz zorlayıcı.
7