Jurassic World Evolution 3 ile çocukluğumda izlediğim Jurassic Park filmlerinin bende yarattığı o saf heyecana geri döndüğümü söyleyebilirim. Frontier Developments, serinin üçüncü halkasında bizleri yine tanıdık ama bir o kadar da taze hissettiren bir dünyaya davet ediyor. Yıllardır dinozor parkı yönetimi simülasyonlarına kafa yoran, serinin önceki oyunlarında yüzlerce olmasa bile onlarca saatini harcamış biri olarak, bu oyunun sadece bir devam oyunu olmadığını, aynı zamanda hayranların yıllardır talep ettiği özelliklerin birçoğuna nihayet kavuştuğumuz bir kutlama niteliği taşıdığını hissettim. Karşımda etkileyici bir oyun olduğu belliydi.

Jurassic World Evolution 3 oyununun görsel kalitesi hakkında konuşmaya başladığımda kelimelerin bazen yetersiz kaldığını düşünüyorum; ekranımda gördüğüm detaylar büyüleyici seviyede. Işıklandırma teknolojisindeki gelişmeler, özellikle de günün farklı saatlerinde parkın üzerine düşen gölgeler ve hava olaylarının yarattığı atmosfer, seriyi bambaşka bir boyuta taşımış. Yağmurlu bir gecede T-Rex’in derisinden süzülen su damlalarını veya güneşin batışında parlayan pulları izlemek, bir yönetim oyunundan ziyade interaktif bir belgesel izliyormuşum hissi uyandırıyor. Bu görsel şölen, sadece estetik bir zevk sunmakla kalmıyor, aynı zamanda yarattığınız o yapay dünyanın yaşayan, nefes alan bir ekosistem olduğuna sizi inandırıyor.

Serinin hayranları olarak yıllardır beklediğimiz o büyük özellik – yavru dinozorlar – nihayet bu oyunla hayatımıza girmiş durumda. Artık laboratuvardan çıkan dinozorlar doğrudan yetişkin olarak doğmuyor; onların yumurtadan çıkışlarına, ilk adımlarına ve ebeveynleriyle kurdukları o hassas bağa tanıklık edebiliyoruz. Bir Triceratops yavrusunun annesinin peşinden paytak adımlarla koşuşturmasını izlemek, bugüne kadar hissettiğim en tatlı yönetim sorumluluğunu omuzlarıma yüklüyor. Bu mekanik sadece görsel bir şirinlik değil, aynı zamanda parktaki nüfus dengesini ve nesiller arası genetik aktarımı yönetmemiz gereken derinlikli bir oynanış katmanı da ekliyor.

Dinozor çeşitliliği konusunda geliştirici ekip yine dersine iyi çalışmış ve karşımıza doksanın üzerinde tarih öncesi canlıyla çıkarak muazzam bir ansiklopedi sunmuş. Lokiceratops gibi daha önce görmediğimiz türlerin yanı sıra, Deinonychus gibi klasiklerin tüylü ve daha bilimsel tasarımlarla güncellenmiş hallerini görmek beni oldukça mutlu etti. Her bir türün kendine has ihtiyaçları, sosyal davranışları ve çevreyle etkileşimleri o kadar detaylı işlenmiş ki, bazen yönetim panelini kapatıp sadece onları izlemeye dalıyorsunuz. Özellikle uçan ve yüzen sürüngenlerin animasyonlarındaki akıcılık, önceki oyunlardaki o hafif robotik hissi tamamen silip atmış.

Jurassic World Evolution 3 oyununun senaryo modu, Jurassic World Dominion filminin sonrasında geçen olayları konu alıyor ve bizi Dinosaur Integration Network adlı küresel bir girişimin parçası yapıyor. Jeff Goldblum’un o ikonik sesiyle hayat verdiği Dr. Ian Malcolm, yine felsefi ve iğneleyici yorumlarıyla bize rehberlik ederken, dünyanın dört bir yanındaki zorlu koşullarda dinozorları korumaya ve rehabilite etmeye çalışıyoruz. Endonezya’nın tropikal ormanlarından Japonya’nın dağlık arazilerine kadar uzanan bu yolculuk, sadece park inşa etmekten öte, dinozorların modern dünyayla olan çatışmasını yönettiğimiz bir kriz masası deneyimi sunuyor. Hikaye anlatımı belki ödüllük değil ama serinin ruhunu yakalamayı kesinlikle başarıyor.

Yönetim kısmına geldiğimizde ise beni en çok rahatlatan değişiklik, o bezdirici mikro yönetim işlerinin büyük ölçüde törpülenmiş olması. Önceki oyunlarda sürekli olarak korucuları manuel olarak atamak, her bir yemliği tek tek doldurmak veya hastalanan dinozorlarla bizzat ilgilenmek zorunda kalmak bazen insanı oyundan soğutabiliyordu. Şimdi ise kurduğumuz altyapı ve otomasyon sistemleri sayesinde bu rutin işler tıkır tıkır işliyor ve bize parkın genel tasarımına ve büyük resme odaklanma fırsatı veriyor. Elbette kriz anlarında yine ipleri elimize almamız gerekiyor ama artık kendimi bir park müdüründen ziyade bir ayak işçisi gibi hissetmiyorum.

Park inşa etme araçları ve yaratıcılık konusunda da Planet Zoo serisinden alınan ilhamlar hemen göze çarpıyor ve bu durum beni fazlasıyla memnun etti. Modüler bina yapısı sayesinde artık hediyelik eşya dükkanlarını veya restoranları birbirinin kopyası binalar olarak dikmek zorunda değiliz; onları parçalar halinde, kendi zevkimize göre tasarlayabiliyoruz. Arazi şekillendirme araçlarının gelişmişliği, parkıma şelaleler eklememe, daha doğal göletler oluşturmama ve ziyaretçiler için gerçekten estetik yürüyüş yolları tasarlamama olanak tanıyor. Bu özgürlük hissi, her oyuncunun parkının parmak izi gibi kendine özgü olmasını sağlıyor.

Sandbox modu ise şüphesiz ki bu yapımın kalbinin attığı ve oyuncuların yüzlerce saatini gömeceği asıl yer. Senaryo modunun getirdiği kısıtlamalardan ve görev baskısından uzak, elimdeki tüm imkanları kullanarak hayalimdeki o Jurassic Park inşa etmek tarif edilemez bir keyif. İster dümdüz bir haritada sıfırdan başlayın, ister dağlık ve zorlu bir adayı ehlileştirmeye çalışın, oyun size “al bu senin dünyan, ne istersen yap” diyor. Başlangıç bütçesinden dinozor davranışlarına kadar her türlü parametreyi ayarlayabilmek, deneyimi tamamen kişiselleştirilebilir kılıyor.

Her şeyin güllük gülistanlık olduğunu söylemek dürüstlük olmaz; özellikle Kaos Teorisi modunun eksikliği beni biraz hayal kırıklığına uğrattı. Filmlerdeki o ikonik “eğer şöyle olsaydı ne olurdu” senaryolarını oynadığımız o modun yerini alan yeni meydan okuma senaryoları, ne yazık ki aynı heyecanı ve nostaljiyi yaratamıyor. Zamana karşı yarışmaya dayalı bu yeni görevler, yönetim simülasyonunun o sakin ve planlı doğasına biraz ters düşüyor gibi hissettim. Belki rekabetçi oyuncular için bir anlam ifade edebilir ama ben dinozorlarımla ilgilenirken ensemde sürekli bir kronometre hissetmekten pek hoşlanmadım Jurassic World Evolution 3 içerisinde.

Yapay zeka konusuna değinecek olursak, dinozorların davranışlarında belirgin bir iyileşme olsa da hala bazen saç baş yolduran anlar yaşanabiliyor. Sürüler halinde hareket etmeleri, avlanma taktikleri ve bölge kavgaları harika görünse de, bazen bir dinozorun durup dururken açlıktan ölmesi veya suyun yanı başında susuzluktan kıvranması gibi mantıksız durumlarla karşılaşabiliyorsunuz. Ayrıca ziyaretçilerin ve personelin yol bulma algoritmalarında da ara sıra takılmalar yaşanıyor; kalabalık bir yolda sıkışıp kalan insanlar görmek atmosferin büyüsünü bir anlığına bozabiliyor.

Teknik performans açısından oyun, PC ile görsel kalitesinin bedelini yüksek sistem gereksinimleriyle ödetiyor. Yüksek ayarlarda ve ışın izleme teknolojisi açıkken aldığım o muazzam görüntü, park büyüdükçe ve dinozor sayısı arttıkça kare hızında düşüşlere neden olabiliyor. Optimizasyon konusunda geliştiricilerin hala atması gereken adımlar olduğu aşikar, ancak oyunun çökmesine neden olacak kadar ciddi bir hatayla karşılaşmadım. Yine de eski bir donanıma sahipseniz, o videolardaki gibi akıcı ve kristal netliğindeki görüntüyü elde etmekte zorlanabilirsiniz.

Ses tasarımı ise serinin önceki oyunlarında olduğu gibi yine zirveye oynuyor ve atmosferi tamamlayan en güçlü unsurlardan biri. T-Rex’in o ikonik kükremesini duyduğunuzda hissettiğiniz titreşim veya ormanın derinliklerinden gelen kuş sesleri, sizi gerçekten o adada olduğunuza inandırıyor. Müzikler, John Williams’ın klasik temalarına sadık kalırken, yeni bestelerle de oyunun değişen temposuna mükemmel uyum sağlıyor. Bir fırtına yaklaştığında değişen rüzgar sesi ve gerilim müziği, yaklaşan felaketi size iliklerinize kadar hissettiriyor.

Jurassic World Evolution 3 içerisindeki Dinosaur Integration Network sistemi, yani küresel çapta dinozor ticareti ve nakliyesi, oyuna stratejik bir derinlik katmış. Artık sadece kendi adamızdaki dinozorlarla sınırlı değiliz; dünyanın başka bir ucundaki hasta bir dinozoru kurtarıp parkımıza getirmek veya fazla nüfusu başka koruma alanlarına göndermek mümkün. Bu durum, dinozorları sadece birer sergi malzemesi olarak değil, korunması gereken canlılar olarak görmemizi sağlayan etik bir boyut da katıyor. Yaptığımız seçimlerin, farklı fraksiyonlarla olan ilişkilerimizi etkilemesi de kararlarımıza ağırlık kazandırıyor ki bu da ayrı bir oynanış katmanı.

Ziyaretçi deneyimi ve memnuniyeti de elden geçirilmiş ve artık sadece dinozorları görmek onlara yetmiyor. Misafirlerin farklı ilgi alanlarına göre parkı bölgelere ayırmak, macera arayanlar için jipli turlar düzenlerken, doğa severler için daha sakin gözlem kuleleri inşa etmek gerekiyor. Yeni eklenen balon turları ve nehir gezintileri, parkı ziyaretçilerin gözünden deneyimlemek için harika fırsatlar sunuyor. Onların mutluluğunu artırmak için stratejiler geliştirirken, aynı zamanda güvenliklerini de sağlamak zorunda olmak o tatlı gerilimi hep canlı tutuyor.

Önceki oyunla kıyaslandığında Jurassic World Evolution 3, devrimsel bir yenilikten ziyade evrimsel bir mükemmelleşme sunuyor diyebilirim. İkinci oyunun üzerine koyduğu her bir tuğla, yapıyı daha sağlam ve gösterişli hale getirmiş, ancak temelde aynı binanın içindeyiz. Eğer seriye tamamen yabancıysanız, başlamak için en doğru ve en cilalı oyun kesinlikle bu ama ikinci oyunu suyunu çıkarana kadar oynadıysanız, Jurassic World Evolution 3 ile “yeni” hissini almanız birkaç saat sürebilir; ta ki o yavru dinozorları veya gelişmiş yapı sistemini keşfedene kadar.

Sonuç olarak Jurassic World Evolution 3, kusursuz olmasa da türünün en iyi örneği olmayı başarıyor ve dinozor severler için kaçırılmayacak bir deneyim sunuyor. Ufak tefek teknik aksaklıkları ve bazı modlardaki eksiklikleri, parkınızda güneş doğarken vadide otlayan sürüleri izlediğiniz o “zen” anlarında unutulup gidiyor. Frontier Developments, hayranların sesini dinlemiş ve ortaya sevgiyle harmanlanmış, uzun yıllar oynanacak bir yapım çıkarmış. İçinizdeki o dinozor meraklısı çocuğu şımartmak istiyorsanız, parkın kapıları ardına kadar açık sizi bekliyor.

Jurassic World Evolution 3 incelemesi
Jurassic World Evolution 3
Olumlu
Yıllardır beklenen yavruların gelişimi ve ebeveynleriyle kurdukları bağ, oyuna hem görsel hem de duygusal derinlik katıyor.
Angarya işlerin otomasyona bağlanabilmesi, park müdürü olarak asıl işimiz olan tasarıma odaklanmamızı sağlıyor.
Planet Zoo serisinden esinlenen modüler bina yapımı ve gelişmiş arazi araçları sayesinde parklar artık birbirinin kopyası olmaktan kurtulmuş.
90'ın üzerinde dinozor türü ve bilimsel güncellemelere uygun tasarımlar (tüylü türler vb.) ansiklopedik bir zenginlik sunuyor.
Işıklandırma, hava olayları ve dinozor detayları o kadar gerçekçi ki, oyun bazen interaktif bir belgesele dönüşüyor.
İkonik müzikler ve tüyler ürperten dinozor kükremeleri, atmosferi tamamlayan en güçlü unsur.
Olumsuz
Sevilen "what-if" senaryolarının yerini alan zamana dayalı stresli görevler, simülasyonun sakin doğasına ters düşmüş.
Dinozorların bazen suyun yanında susuzluktan ölmeleri veya ziyaretçilerin yollarda sıkışması gibi can sıkıcı hatalar mevcut.
Park kalabalıklaştıkça en güçlü bilgisayarlarda bile optimizasyon sorunları ve kare hızı düşüşleri yaşanabiliyor.
İkinci oyunu çok fazla oynayanlar için oyun, tamamen yeni bir yapımdan ziyade devasa bir güncelleme paketi gibi hissettirebilir.
9