Oyunlarda görkemli anlatılar, aksiyon dolu anlar ya da karmaşık sistemler kadar değerli olan başka bir şey daha var: Sessizliğiyle konuşan deneyimler. Herdling, tam da bu sessizliği bir anlatım biçimine dönüştüren, duygulara hitap eden bir yürüyüş simülasyonu. Far: Lone Sails ve Far: Changing Tides ile tanıdığımız Okomotive ekibinin bu yeni projesi, sizi post-apokaliptik bir şehirden, bilinmeyen bir umuda doğru çıkan kısa ama etkileyici bir yolculuğa davet ediyor.
Oyuna, terkedilmiş bir şehirde, bir üst geçidin altında uyanarak başlıyoruz. Ana karakterimiz Via, bir araba alarmının sesiyle uykusundan uyanıyor ve kaynağa ilerlediğinde karşısına kırmızı gözlü, boynuzlu ve ürkütücü ama bir o kadar da sevimli bir yaratık çıkıyor: Calicorn. Bu keçi benzeri canlı, kısa sürede oyunun merkezine yerleşiyor. Ona bir isim verebiliyor ya da oyunun sizin için rastgele belirlemesini seçebiliyorsunuz. Böylece yolculuğumuz Via ve ilk yoldaşı olan Isa ile başlıyor.
Herdling yapıtının ana oynanışı, adından da anlaşılacağı üzere bir sürüyü yönetmeye dayanıyor. Zamanla daha fazla Calicorn arkadaş ediniyor ve bu sürüyü yönlendirmekle sorumlu oluyorsunuz. Ancak işin zor kısmı burada başlıyor: Sürüyü ilerletebilmek için onların arkasında durmalı, yönlendirmeli ve çarpışmalardan kaçınmalısınız. Özellikle çöp kutuları, trafik konileri ya da terkedilmiş arabalar arasında manevra yapmak epey sabır istiyor.
Dilerseniz yavaş ilerleyip, hata yapmamayı tercih edebilirsiniz, ancak bu da bir süre sonra monotonlaşabiliyor. Bu yönüyle oyun, dikkatli oynayanları ödüllendiriyor ama deneyim yine de herkese göre değil. Buna karşılık, Herdling yapıtının asıl gücü, görsel atmosferinde ve sessizce kurduğu duygusal bağda yatıyor. Oyunun ilk bölümleri karanlık, puslu ve umutsuz bir şehirde geçiyor. Etrafta yanan çöp bidonlarından başka ışık yok…

Herdling içerisinde tam her şey kasvetli bir şekilde ilerlerken, bir köşeyi döndüğünüzde güneşin ışığı tüm sahneyi yıkıyor ve Calicorn’ların koyu kahverengi tüyleri kızıl tonlara bürünüyor. Bu sahne, sadece görsel değil, aynı zamanda duygusal bir dönüşümün de simgesi. Oyunu oynarken aklıma sürekli bir kelime takıldı: Hiraeth. Galli kökenli bu kelime, doğrudan çevrilemeyen ama “geçmişe duyulan hüzünlü bir özlem” anlamını taşıyan bir his.
Herdling oyununun dünyası da bu kelimenin ruhunu taşıyor. Önceki yaşam geride kalmış, yollar bilinmeyene çıkıyor ama her adımda yeni bir aidiyet umudu büyüyor. Şehirden uzaklaştıkça yolculuğun hızı artıyor. Çayırlar, ormanlar, mağaralar derken sürünüzle birlikte özgürce koşturabildiğiniz alanlara ulaşıyorsunuz.
Ne kadar çok Calicorn varsa, o kadar uzun süre “koşu” yapabiliyorsunuz. Koşu süresi ekranın altında gösterilen bir göstergeyle belirleniyor ve bu göstergeyi doldurmanın yolu, Calicorn’larla bağ kurmaktan geçiyor. Mavi çiçeklerin arasından birlikte geçmek ya da onlara mavi meyveler yedirmek, sadece bu göstergeleri doldurmakla kalmıyor; onların karakterlerini tanımanızı da sağlıyor.
Örneğin, oyunun ilerleyen kısımlarında bulduğum Bix adlı Calicorn, statü ekranında “yaramaz” olarak tanımlanmıştı. Bu detaylar, sadece mekanik değil, duygusal bir bağın da oluşmasına katkı sağlıyor. Herdling oyununun en özel anları, bu tür duraklama noktalarında yaşanıyor. Bazen terk edilmiş bir garajda, bazen karlarla kaplı açık bir alanda kamp kurabiliyorsunuz.

Ateş yakıp, Calicorn’ların boynuzlarını süsleyebiliyor, onları okşayabiliyor ve sadece birlikte var olabiliyorsunuz. Bu anlar, diyalogsuz ama duygu yüklü bir bağ yaratıyor. Grafikler ve müzik, bu sessizliğe eşlik eden duyguyu daha da güçlendiriyor ama bu dünya sadece huzurdan ibaret değil.
Dağ yolları çökerken, dev baykuşlar Calicorn’larınıza saldırırken yaşadığınız çaresizlik, her şeyin çok daha gerçek hissettirmesine neden oluyor. Pikselden ibaret olsalar da o keçileri kaybetme korkusu, sarsıcı bir etki yaratıyor. Özellikle de oyunun sonlarına doğru bu his zirve yapıyor.
Herdling, bağ kurmanın sadece güzel değil, aynı zamanda kırılgan bir şey olduğunu da hatırlatıyor. Oyun ayrıca, bir video oyunu olmanın da çok daha fazlası: Bir yolculuk, bir kayıp, bir bağ kurma hikayesi. Ne uzun bir oynanış süresi sunuyor, ne de karmaşık bir anlatımı var.
Tüm bunlara rağmen oyunun her dakikası sizi kesinlikle içine çekiyor, düşündürüyor, bazen (benim için çoğu zaman) gözlerinizi yaşartıyor. Ev belki de artık geride kaldı ama bu yeni dünyada da umut, sıcaklık ve bağ kurma cesareti var ve bu da yeterli olmak zorunda.