Eriksholm: The Stolen Dream, daha ilk dakikalarında oyuncuya neyle karşı karşıya olduğunu gösteren nadir yapımlardan biri. Oyunun başında sessizce bir fabrikada ilerlerken karakterimiz Hanna’nın bulduğu bir notta yazan, “Titiz ve yavaş çalışmak tatmin edicidir.” cümlesine verdiği içten yanıt, onun hem kişiliğini hem de oyunun tonunu ustalıkla yansıtıyor. River End Games ekibinin bu ilk büyük çalışması, hem hikâyesiyle hem de oynanışıyla türüne önemli bir katkı sunuyor.
Oyunu “izometrik bakış açılı gizlilik anlatısı” olarak tanımlamak mümkün ama bu tanım Eriksholm: The Stolen Dream yapıtının sunduğu sinematik kaliteyi tam olarak karşılamıyor. Giriş sekansından itibaren karşımıza çıkan ara sahneler, bu yılın en etkileyici sunumlarından bazılarına ev sahipliği yapıyor. Mimikler, seslendirmeler, diyaloglar… Bağımsız bir stüdyodan beklenmeyecek ölçüde kaliteli bir sinematik atmosfer mevcut. Bu sahneler, her bir bölümde karşınıza çıkan zorlukların sonunda hak edilmiş birer ödül gibi hissettirmeyi başarıyor efendim.
Eriksholm adlı kurgusal kasabada geçen hikâye, sanayi devrimi dönemindeki Avrupa’dan izler taşıyor. Halk, “Heartpox” adı verilen salgınla kırılırken, Hanna da bu hastalıktan kurtulmuş bir yetim olarak kardeşi Herman’la birlikte yaşamaktadır. Ancak bir gün polis, Herman’ın kaybolduğunu ve Hanna’nın karakola gelmesi gerektiğini söyler. Bu noktadan sonra Eriksholm: The Stolen Dream içerisindeki olaylar hızla karışır ve Hanna’nın kaçışıyla başlayan yolculuk, şehrin ardındaki karanlık sırları ortaya çıkaran bir dedektiflik hikâyesine dönüşür.
Bu ana olay örgüsü, Eriksholm: The Stolen Dream oyununun hem ürkütücü hem de umut vadeden atmosferine bir kapı aralıyor. Her bölümde hikâye yavaşça genişlerken şehrin yüzeyinin altındaki gerçekler ortaya çıkıyor. Dikkatle yazılmış diyaloglar ve detaylı çevre anlatımı sayesinde, oyuncu sadece bir olaylar zincirine değil, aynı zamanda yaşanmışlık hissi veren bir dünyanın içine çekiliyor. Bu bağlamda, her yeni alanı keşfetmek, sadece mekânsal değil, anlatımsal olarak da tatmin edici.

Hikâye anlatımındaki bu etkileyiciliğin en büyük destekçisi kuşkusuz ara sahneler. Oyunun ilk dakikalarında Hanna’nın hastalıktan yeni kurtulmuş hâli, ardından gelen polis baskını ve kaçışı sinematik açıdan büyüleyici bir şekilde aktarılmış. Göz devirme, iç çekme, kardeşçe takılmalar gibi mikro hareketler bile karakterleri canlı kılıyor. Eriksholm: The Stolen Dream içerisindeki tüm bu küçük dokunuşlar, hikâyeye gerçek bir duygu katmanı ekliyor.
Eriksholm: The Stolen Dream oyununun sinematik başarısı, oynanışla da güçlü bir şekilde bütünleşiyor. Hanna’nın gölgelerden gölgelere gizlice ilerlediği bölümlerde, hikâyenin duygusal gerilimi oynanışa da yansıyor. Topladığınız notlar, Hanna’nın sessizce yaptığı yorumlar ve düşmanların sizin geçmiş seçimlerinize tepkileri gibi detaylar, anlatıyı zenginleştiriyor. Oyun ilerledikçe, bu mekaniklerin ne kadar katmanlı hâle geldiğini görmek etkileyici.
Gizlilik temelli oynanışta çevresel farkındalık hayati öneme sahip. Hangi zeminde yürüdüğünüz bile fark yaratıyor: Metal zemin düşmanları uyarırken, çim üstünde rahatça koşabiliyorsunuz. Mobilyaları kalkan gibi kullanmak, düşmanların devriye yollarını çözmek ve zamanı doğru ayarlamak bu gizlilik bulmacalarının temelini oluşturuyor. Eriksholm: The Stolen Dream içerisindeki aksiyon yerine stratejiye dayalı ilerleyiş, dikkatli oyunculara hitap ediyor.
Eriksholm: The Stolen Dream oyunundaki ilerleyen bölümlerde sadece Hanna’yı değil, farklı yeteneklere sahip diğer karakterleri de yönetmeye başlıyoruz. Bu karakterler arasında görev paylaşımı yapmak, bulmacaları çözmenin anahtarı hâline geliyor. Hanna’nın uyutucu okları, arkadaşlarının dikkat dağıtma taşları ya da yüzme yetenekleri gibi unsurlar birbirini tamamlıyor. Bu takım oyunu, oyuncuya başarı duygusunu fazlasıyla yaşatıyor.

Ancak bu sistemin bir dezavantajı da var: Oyun, hata payına pek izin vermiyor. Kontrol noktaları cömert olsa da, deneme-yanılma süreci sinir bozucu olabiliyor. Özellikle ceset saklarken bir düşmanın yaklaşması gibi durumlar fazlasıyla stres yaratabiliyor. Ayrıca oyunda herhangi bir zorluk seviyesi veya erişilebilirlik seçeneği olmaması, daha gündelik oyuncular için işleri zorlaştırıyor.
Eriksholm: The Stolen Dream oyununun dünyası yalnızca karanlık değil; yer yer alaycı ve mizahi dokunuşlara da sahip. Şehrin altındaki mağaralarda dolaşan hayalet söylentisi gibi yan hikâyeler, kasvetli atmosferi biraz yumuşatıyor. Hanna’nın başına buyruk tavrı ve dayanıklılığı ise oyuncuyla güçlü bir bağ kurmasını sağlıyor. Her bölge mimari, ses tasarımı ve NPC diyalogları açısından özgün. Bu da keşfetme arzusunu daima canlı tutuyor.
Tüm bu deneyimi destekleyen ses tasarımı ve atmosferik müzikler de Eriksholm: The Stolen Dream içerisindeki etkileyiciliği artırıyor. Her alanın kendine has akustiği, çevresel seslerin yoğunluğu ve karakterlerin seslendirmeleri, anlatımın duygusal tonuyla güçlü bir uyum içinde çalışıyor. Özellikle gerilimli anlarda sesin rolü dikkat çekici; sessizliğin içinden yükselen bir ayak sesi ya da bir bekçi fısıltısı bile atmosferi gerilim dolu hâle getirebiliyor.
Eriksholm: The Stolen Dream, hem anlatı hem de oynanış açısından “film gibi oyun” tanımını sonuna kadar hak eden bir yapım. Hikâye akışı, oynanışın sunduğu taktiksel seçeneklerle doğrudan etkileniyor; sizin yaptığınız seçimler, hem diyaloglara hem de düşman davranışlarına yansıyor. Bu iç içe geçmiş tasarım anlayışı, oyunun bütünlüğünü olağanüstü derecede pekiştiriyor. River End Games ekibinin bu ilk büyük çalışması, sinematik oyun tasarımında çıtayı oldukça yukarı taşıyor.