Destiny 2, sekiz yılı devirirken hâlâ hayat belirtisi gösterebilen az sayıda çevrim içi servis oyunundan biri; The Edge of Fate ise bu uzun soluklu maratonun yeni durağı. Fakat daha ilk saatlerden itibaren hissettiğim şey, paketin büyük oranda “The Final Shape sonrası epilog” görevini üstlenmesi ve bu yüzden de beklediğim kadar taze hissettirmemesi oldu. 2017 yılının parlak çıkış günlerini düşününce, etkileyici bir dayanıklılık sergiliyor ama bu genişleme, “burada hâlâ anlatacak ne var?” sorusuna güçlü bir cevap veremiyor ne yazık ki.
Önce resmin büyük çerçevesine bakalım: Olaylar, The Final Shape içeriğinin ardından Kepler adlı yeni bir gezegende geçiyor. Adı üstünde “Edge of Fate”, yani kaderin eşiğindeyiz; tekillikler ve zamansal anormallikler tüm Güneş Sistemi’ni tehdit ediyor ve gardiyan olarak ipleri yine biz tutuyoruz. Genişleme paketi, 14 görevlik yeni bir kampanya, Matterspark adında yeni bir mekaniği, zırh/ekipman sisteminde ciddi bir revizyonu ve “The Portal” isimli görev seçim menüsünü getiriyor. Kağıt üzerinde kapsamlı bir ekleme gibi duruyor kendisi.
Ne var ki anlatı tarafı, “yeni oyuncuya erişilebilirlik” hedefiyle kendi gerçekliği arasında sıkışıp kalmış. Hikâye ve Kepler’in bağlamı, doğrudan The Final Shape içeriğine yaslandığı için geri dönen ya da ilk kez uğrayan oyuncu arada kalıyor; oyunun niyeti kapsayıcı olmak ama uygulaması eski defterleri açmadan ilerlemiyor. Bu, genişlemenin “tek başına da anlaşılır” olma iddiasını zedeliyor. Bir diğer yandan da öyle olmaya çalıştığı için geçmişi bilen oyuncuları da tam olarak etkisi altında bırakamıyor. Yani, arada kalmış bir genişleme paketi bu.
Kampanyanın kendisi ise Destiny 2 oyununun normlarını yakından izleyen bir atış galerisi: Yeni gezegende, iyi cilalanmış ama çoğu zaman fazlaca ayrıntıya boğulan bir evren kurmacasının eşlik ettiği, tempolu çatışma sahneleri. Yeni tanıştığınız karakterlerin çoğu, sizi bir sonraki hedefe yönlendiren görev satıcıları gibi davranıyor; isimleri ve yüzleri, krediler akarken çoktan aklınızdan silinmiş oluyor. “Epilog” doğası gereği büyük kırılmalar vaat etmeyen hikâye, küçük sürprizlerle de zenginleşmiyor; en kötüsü de sürprizler, geldiğini bağırarak gösteriyor.

Kepler’in kendisi de serinin görsel katalogunda unutulur bir sayfa olma tehlikesi taşıyor. “Destiny 2 pırıltısı” gözle görülür ama benzersiz bir karakter yakalayamayan, başka yapımları çağrıştıran bir gezegen hissi var; The Witch Queen döneminde gördüğümüz çarpıcı mekanik–estetik birliktelik burada yakalanamıyor. Yani, oynanabilir ama hafızaya kazınmayan bir fon. İyi haber şu ki çekirdek oynanış hâlâ taş gibi. Yıllar içinde sayısız revizyon görmüş olsa da Destiny 2 oyununun özü değişmedi: Farklı arketiplerle kurduğunuz, PvE odaklı kurguları bazen PvP tarafına taşıyıp, birbirinizi dürtüklediğiniz, yapı–eşya–oyun planı üçgenine dayalı bir looter shooter.
Tetiğe bastığınızda aldığınız geri bildirim, hâlâ bu türün ölçüsü. Sistem cephesindeki en büyük kazanım, zırh/ekipman revizyonu. “Armor 3.0” diyebileceğimiz düzenleme, uzmanlık istatistiklerini sadeleştirip, eski basamaklı yapıyı çöpe atıyor; daha odaklı yapı kurmayı kolaylaştırıyor. Yağma peşinde koşanlar için güç kademeleri artık daha belirgin; tek şanslı düşüş bile sizi anlamlı biçimde öne taşıyabiliyor. Mekanik makyaj işe yaramış ama her dokunuş aynı ölçüde parlamıyor. Bunun en net örneği ise Matterspark. İlk görevde açılan bu yetenek sizi titreşen bir enerji küresine dönüştürüyor; kâğıtta hareket kabiliyetini artıracak bir traversal fikri, pratikte tıkalı bir boru.
Kullanımı hantal, dar geçitlerden sürünmek zorunda kalmak savaşın ritmini bozuyor, taktik değer sunmadığı gibi tasarımın kendisini de esir alıyor. Bazen ortada düşman yokken bile sinir bozucu olmayı başarıyor; iyi bir fikir gibi duran ama sahada ayağınıza dolanan türden. Daha da can sıkıcı olan, ilerleme akışının Matterspark ile kurduğu sağlıksız ilişki. Harita işaretleri muğlaklaştıkça, “sadece bu mekaniğe özel” dar tünelleri bulup, bulmaca çözer gibi ilerlemek zorunda kalıyorsunuz; teleport noktaları ve geçişler ise sonradan yamalanmış hissi veriyor. Bu kafa karışıklığı, yeni ya da ara vermiş oyuncuyu kucaklamak isteyen bir paket için tersine işleyen bir karar.
Kısacası, ilk saatlerde kendimi sürekli “nereye gideceğimi anlamaya” çalışırken buldum. Savaş, loot ve build ile oynamak varken rota aramakla geçen dakikalar, genişlemenin akışını gereksiz yere dağıtıyor ve iyi yapılan sistem dokunuşlarının etkisini perdeler hale geliyor. Kampanyanın dışında vaat edilen PvE ve PvP içeriklerinin varlığı memnuniyet verici olsa da, sınıf/archetype tarafında yeni bir katman gelmemesi uzun soluklu tazelik için eksi hanesine yazılıyor. Evet, kurcalayacak daha esnek bir yapı masası var ama oyunun fantezi repertuarı genişlemeyince “ben bunu daha önce oynamıştım” hissi arada baş gösteriyor ve iyi hissettirmiyor.

Sunum ve görev erişimi için eklenen “The Portal” menüsü, aradığınızı bulmayı kısmen kolaylaştırıyor fakat erişilebilirlik sadece menüden ibaret değil. Rotayı daha görünür kılmayan, mekanikleri birbirine daha organik bağlamayan bir tasarımda, iyi bir menü de sınıra takılıyor. Yani çare, semptomu tedavi ediyor, sebebi değil. Şimdi de değer tarafına gelelim. Destiny 2 yapıtının temel oyun yapısı ücretsiz; The Edge of Fate ise değil. Peki, bu ne demek?
Temele kıyasla bu paketin “ödediğiniz her kuruşa değdiğini” söylemek zor; genişleme, ayakta kalmak için Destiny 2 oyununun güçlü temelini ödünç alıyor ama masaya koyduğu yenilikler bu bedeli haklı çıkarmakta zorlanıyor. “Keşke tam tersi olsaydı” dedirten türden bir değer algısı var ortada. Destiny 2 oyununu çıkışından beri oynuyorum ve The Edge of Fate, benim gördüğüm en değersiz genişleme paketi olmanın neredeyse başını çekiyor efendim.
Bu nedenle tavsiyem, aslında profilinize göre değişiyor. Seriye hâkim, sistem kurcalamayı seven ve “oynamak için bahane arayan” bir gardiyansanız elbette vurup kıracak, build deneyecek çok şey bulursunuz The Edge of Fate içerisinde. Fakat yeni/geri dönen oyuncu için bu paket başlangıç noktası olmak yerine gereksiz bir sürtünmeye dönüşebilir. Kararsızsanız, önce temel oyunda vakit geçirin; ihtiyacınız olan dopamin hâlâ orada. Sonra o deneyim size yetmezse bu pakete geçin.
Anlatı ölçeğinde de “epilog” kimliğinin yan etkileri hissediliyor. Büyük kavganın ardından gelen toparlama sahnesi gibi bağları kapatıyor ama yeni bir sahne açmıyor, risk almıyor. Destiny evreninin ağır dünya kurma geleneği, bu kez hikâyenin merkezine güçlü bir duygu yerleştirmekte cimri davranıyor ve sonuçta “olmasa da olur” bir tat bırakıyor ki ben bunu beklemiyordum. Destiny serisi, video oyunu dünyasında önem verdiğim tek lore evrenine sahip ve bu genişleme paketi, zayıf.

Görsel/atmosferik olarak sevilmeyecek değil; fakat Destiny 2 oyununun “mekânla vurma” konusundaki tarihini bilenler için Kepler, vitrinde fazla nötr kaçıyor. The Witch Queen döneminin gotik heybetinden sonra bu kadar düz bir exoplanet, genişlemenin rüzgârını daha girişte kesiyor. Yer yer parlayan set parçaları var ama bütün resim aynı anda parlamıyor.
Öte yandan tetik hissi, silah geri tepmesi, yetenek–ekipman döngüsünün o bildik tatmini, bunlar hâlâ çok iyi. Zaten aksini düşünmek mümkün olmazdı. Yıllar boyunca bu oyunu ayakta tutan şeyler o temeller idi. Ganimetlerden gelen küçük zaferler ve yapınıza kurduğunuz mikro sinerjiler, The Edge of Fate içeriğinin en parlak anlarını yaratıyor. Keşke yeni arketipler veya yükselen bir güç fantezisi bu çekirdeği daha cömertçe genişletseydi ama hayal gücü kısmı vites düşürüyor.
Son tahlilde The Edge of Fate, “Destiny 2 hâlâ burada” cümlesinin altını çiziyor ama “neden burada olmalı?” sorusunu ikna edici bir şekilde cevaplayamıyor. Hikâye, epilog olmanın güvenli limanından nadiren çıkıyor; oynanış, akıcı çekirdeğine rağmen Matterspark gibi tercihlerle kendi ayağına takılıyor; erişilebilirlik iddiası, pratikte yön bulma ve tempo sorunlarında kayboluyor.
Yani, serinin müdavimleri için “idare eder, kurcalarım” dosyasına girecek; yeni ya da ara vermiş oyuncu içinse beklemeye değer bir güncellemenin gelmesini daha mantıklı kılan bir paket. Destiny 2 oyununun temeli hâlâ güçlü; The Edge of Fate ise o temelin üstüne konmuş, yer yer faydalı ama çoğunlukla kaçırılmış fırsatlar demeti gibi. Önce temel oyunda nefes alın; gerçekten ihtiyaç duyarsanız bu eşiğe sonra gelirsiniz diye düşünüyorum efendim.