Hideo Kojima, Death Stranding ile 2019 yılında karşımıza çıktığında çok benzersiz bir deneyim sunmuştu. Aslında, temelinde kargo taşıyorduk ama herkesin izole olduğu bir dünyada, çılgın bir hikaye ile böyle bir oynanış sunulunca her şey şahane bir hal almıştı. Tabii üzerine bir de 2020 yılında ve devamında COVID-19 hayatımıza girince bu oyunun atmosferi daha da değerli bir hale gelmişti. Aradan seneler geçti ve Hideo Kojima sonunda Death Stranding 2: On the Beach ile karşımıza çıktı. Peki, bu devam oyunu da aynı etkiyi bırakabilecek mi bende?
Öncelikle şunu söylemek istiyorum: Ben, Death Stranding oyununa bayılmıştım. Yani, belki oyunun temposuna biraz laf edebilirim ama onun bile olumlu yönleri vardı. Yavaş ve çok uzun sinematik sahnelerle başlayan hikaye, daha sonra saatlerce bir sinematik görmemeniz, daha sonra yine uzun bir sinematik ile vurulmanız filan farklıydı. Evet, tempo sıkıntılıydı biraz ama oynanışa ve hikayeye ayrı ayrı odaklanabiliyordunuz. Ben bir sinematik izledikten sonra bayağı bir oynanış anı yaşayacağımı biliyordum. Aynı şey sinematikler için de geçerli; bir sinematik sahne başlayınca adeta film izler gibi ekrana kitleniyordum çünkü sahnenin hemen bitmeyeceğini biliyordum.
Death Stranding 2: On the Beach, ilk oyunun yaptığı bu tip “hatalara” yer vermiyor. Oyuncular, oyun çok yavaş başlıyor demişti. Bu yüzden devam oyunu direkt sizi oynanışa atıyor. Oyuncular, tempo çok bozuk demişti. Bu yüzden devam oyunu hikayeyi ara ara ama sıkça karşınıza çıkan kısa sinematik sahnelerle sunuyor. Oyunun hemen aksiyona girmesine kötü bir şey diyemem ama hikayenin bu şekilde anlatılması bence oyunun benzersiz halini elinden almış. Şimdi, ana teslimat gerçekleştiriyorsunuz, üssünüze dönüyorsunuz, sinematik izliyorsunuz ve birinci adıma geri dönüp, bunları aynen tekrar ediyorsunuz. İzlediğiniz sinematik sahneler de kısa. Beni pek sarmadı.
Hideo Kojima, Death Stranding 2: On the Beach ile oyuncuları dinlediğini söylemişti. Bunu daha ilk andan itibaren hissedebiliyorsunuz ve oyunun her yönünde geri bildirimlerin göz önünde alındığını görebiliyorsunuz. Bu geri bildirimlerin çoğu (hikaye temposu hariç) bence güzel entegre edilmiş. Dediğim gibi ben sadece hikayenin sık ama kısa kısa gösterilmesini sevmedim. Bu yüzden bir türlü kendimi hikayeye odaklanmış bir şekilde bulamadım. Bu arada, hikaye demişken, eğer ilk oyunun olaylarını unuttuysanız merak etmeyin. Devam oyununun ana menüsünde dinlemesi gayet kolay, 17 slayt sayfasından oluşan bir özet var. Çok güzel düşünülmüş ve sunulmuş.

Death Stranding 2: On the Beach, hikaye açısından ilk oyunun direkt devamı. Eğer yanlış hatırlamıyorsam ikinci oyun, ilk oyundan ya birkaç yıl sonrasını ele alıyor. Sam ve Lou, kurdukları bağlantıdan uzak ve gizli bir şekilde hayatlarını yaşıyor ve karakterimiz, bağımsız olarak Meksika’da kargo dağıtmaya devam ediyor. Bundan ilerisini söylemeyeceğim; şok verici olaylar anında başlıyor ve kendimizi tekrardan yollarda, bütün bölgeleri birbirine bağlarken buluyoruz. Hikaye, bana soracak olursanız ilk oyundaki kadar karışık ve anlamsız değil. Kesinlikle geri bildirimlerin göz önüne alındığı bir nokta buydu bence: Hikayenin akıcı ve temiz bir şekilde sunulması.
Death Stranding 2: On the Beach içerisinde bir kere daha güçlü bir yan karakter kadrosu var. Bazı karakterler yeni, bazıları da ilk oyundan geri dönüyor. Her birini görmek çok güzel ve açıkça söyleyeyim, beni heyecanlandırmayan tek bir yan hikaye karakteri dahi olmadı. Sadece önümüzde taşıdığımız kuklaya ısınmam biraz zaman aldı ama olsun. Bu arada, sadece hikayede değil, oyunun açık dünyasında da aynı ilk oyundaki gibi yer altında saklanan bolca karakter var ve onlarla tanışmak da ilgi çekici. Hangi yer altı hologramının altından kimin çıkacağını bilemiyorsunuz.
Düşmanlarımız da aynı ilk oyundaki gibi psikopat ve havalı. Yine oyunun sürprizini bozmamak için çok detaya inemiyorum ama oyunun tanıtım videolarını izlediğinizi varsayarak, ana düşmanımızın değişmediğini söyleyebilirim. İlk oyundaki İkinci Dünya Savaşı bölümlerinin yerine gelen kişi değişen tarafta. Yalnız, kendisi beni ilk oyundaki segmentler kadar germedi ve korkutmadı. Konsept kesinlikle aynı ama ben ilk oyundaki o atmosferi daha çok sevmiştim. Bu oyundaki alternatif boyut segmentleri de kesinlikle kötü değil ama ilk oyuna göre bence bir tık arkada.
Death Stranding 2: On the Beach oyununun finali hakkında konuşamayacağım; bu satırları yazdığım sırada oyunu henüz bitiremedim. Bu yüzden hikayenin sonunu bilmiyorum ama açıkçası gidişata bakacak olursam, efsane bir finalin beni beklediğini söyleyebilirim. Oyunda şu anda 35 saat harcadım ve yarısından biraz ilerideyim. Bu kesinlikle iyi bir şey; ilk oyuna kıyasla bu oyunun açık dünya oynanışını katlarca daha fazla sevdim. Bu yüzden bölgeleri %100 bitirmeden bir sonrakine geçmemek için biraz fazla zaman harcadım. Kendimi tutamadım; oyun gerçekten güzel.

Yukarıda aslında hikayeden yeterince bahsetmiştim ama bu sefer oyunun oynadığım kadarını spoiler ile anlatmak istiyorum. Spoiler istemiyorsanız aşağıdaki görselin altından inceleme yazıma devam edebilirsiniz. Bu segmentte spoiler bulunacak. Death Stranding 2: On the Beach, Sam ve Lou ikiliyse başlıyor. Lou büyümüş ve gerçekten tatlı bir bebek olmuş. Yalnız, bu bebek ile neredeyse hiç vakit geçiremiyoruz; kendisi göründüğü kadarıyla ölüyor ama ben öldüğüne inanmıyorum. Bence kaçırıldı. Neyse, ben açıkçası Lou’nun mekaniksel açıdan oyuna neler katacağını düşünüyordum ama oyunun yarısına kadar geldim hala yok ve geri döneceğinden de emin değilim.
Bir diğer şok ölüm de Deadman oldu. Kendisi ilk oyundan çok sevdiğim bir karakterdi ve ikinci oyunda, biz görmeden ölmesi, sadece hologram ile sunulması beni üzdü. Yine, hikayenin ikinci yarısında belki kendisini tekrar gösterebilir ama bilmiyorum. Oyunda şimdiye kadar gördüğüm iki ölüm de açıkçası beni hayal kırıklığına uğrattı ve açıkçası şok etkisi de yaratmadı. Bunların tam tersine, hikayede sevdiğim bir şey ise farklı kıtalara açılmış olmamız. Oyun, Meksika’da başlıyor. Burası, aynı ilk oyunun birinci bölgesi gibi küçük. Daha sonra Avustralya’ya gidiyoruz.
Death Stranding 2: On the Beach içerisindeki amacımız Meksika, Avusturalya ve ondan sonra gelecek bölgeleri de kiral ağa bağlamak. Bunun neden olduğu hikayenin büyük soru işaretlerinden biri. Kiral ağ artık Yeni Amerika Birleşik Devletleri’nin başkanı tarafından yönetilmiyor. Yönetim sistemi değişmiş ve özel bir şirket tarafından yönetiliyor. Bu şirket de tüm dünyayı kendi ağına bağlayıp, eline geçirmek istiyor gibi görünüyor. Daha ilk oyunda bu bağlantının her zaman iyi sonuçlar doğurmayacağını görmüştük. Kiral ağ sadece tek bir kıtadan çıkıp, bütün dünyaya dağılırsa ne olacak? İşte bu soru, oyunun odak noktalarından biri. Diğer nokta da Lou tabii ki.
Bu arada, bahsettiğim özel şirketin ve teknolojisinin adı APAC olarak geçiyor. Die-Hardman, UCA için ilk ve tek başkan olurken, APAC geleneksel bir şekilde çalışmıyor. Bu teknoloji, insanları gözlemliyor ve onların düşüncelerine göre gerekirse yeni bir başkan filan seçebiliyor. Tabii yerseniz. Bu arada, Die-Hardman neden başkanlığı bıraktı ve şu anda nerede, bilinen şeyler değil. Oyunun yarısına geldim ve hala kendisi hakkında sadece bir kere konuşuldu, o da APAC tanıtılırken idi. Kendileri de zaten bizim şu anki işimizi finanse ediyor ve destekliyor.

Death Stranding 2: On the Beach oyununun hikayesi, ilk oyunun hikayesine kıyasla yer yer farklı hissettirebilir. Özellikle de akıcılık ve tempo değiştiği için kendinizi daha sakinleştirilmiş bir hikaye deneyimliyormuş gibi hissedebilirsiniz ama oynanış için bu geçerli değil. Bu devam oyununun temel oynanış döngüsü ve özellikleri ilk oyunla oldukça benzer. Sadece, bir devam oyununa yakışır şekilde geri bildirimler göze alınmış, önemli güncelleştirmeler ve düzeltmeler yapılmış ve üzerine yenilikler eklenmiş. Benim en çok dikkatimi çeken şey ise savaş segmentleri oldu ama ona sonra geleceğim.
Death Stranding 2: On the Beach içerisindeki oynanışın en önemli elementlerinden biri hala kargo taşımak. Aynı ilk oyundaki gibi farklı boyutlarda kargolar var ve amacınız, bunları bir şekilde almak veya bulmak ve daha sonra onları hedefe götürmek. En başlarda bu kargoları sırtınızda ve kıyafetinizin etrafına yerleştirerek taşıyorsunuz. Sadece kargolar değil, ekipmanlarınız da yer tutuyor ama silah ve bombalar için özel alanlar bulunuyor tabii ki. Sistem, ilk oyun ile gayet aynı. Sadece ufak tefek iyi değiştirmeler ve iyileştirmeler var. Ayrıca, oyunda ilerledikçe yine klasik olarak araçların ve kargo taşımayı kolaylaştıran farklı ekipmanların da kilidini açıyorsunuz.
Farklı tipte kargolar da sizi zorlamaya devam ediyor. Bazı kargolar kırılmaya daha yatkın oluyor. Pizza gibi bazılarını da düz koymanız gerekiyor ve zaman sınırınız oluyor. Suyun altına girmemesi gereken kargolar ve diğer bazı şeylerle birlikte farklı ufak tefek zorluklara sahip çeşitli kargolar görebiliyorsunuz. Bunları sıfır hasarla taşımak size beğeni kazandırıyor ve bu beğenileri kullanarak, yer altı merkezlerini seviye (yıldız) atlatıyorsunuz. Bu çok önemli bir şey; yıldız atlattığınız zaman o merkez size yeni ve geliştirilmiş ekipmanların kilidini açabiliyor.
Mesela, bir merkez size susturuculu bir tabancanın kilidini açabilirken, bir diğer merkez de size yardımcı olabilecek dış iskeletlerin (ve onların daha yüksek seviyeli sürümlerinin) kilidini açıyor. Ayrıca, zaman zaman kozmetik ögeler de hediye olarak veriliyor – yeni gözlük ve şapka gibi. Aslında bunlar da tamamen kozmetik değil, oynanışa ufak katkıları oluyor ama o katkılar o kadar küçük ki kozmetik diyebilirsiniz. Yalnız, katkı veriyor olması, bir sistemin eksikliğini gözler önüne seriyor: Transmog. Ben bir şapkanın bıraktığı etkiyi çok sevdim ama kullanamadım; havuç kulaklı, bembeyaz bir şeydi. Yani, renkli bir kıyafetim filan olsa tamam ama askeri kamuflaj üzerine uymadı.

Death Stranding 2: On the Beach içerisindeki her ekipman kozmetik de değil. Oyunda yine şaşırtıcı olmayan bir şekilde farklı özelliklere sahip ayakkabılar, eldivenler, dış iskeletler ve kıyafetler bulunuyor. Her parça, farklı bir oynanış stiline hitap ediyor. Ayrıca, sırt çantamız da ilk oyundaki gibi özelleştirilebilir. Daha fazla batarya, bomba veya şarjör tutma alanı ve benzeri şeyleri ekleyebiliyoruz. Şaşırtıcı bir şekilde sadece tek bir çanta tipi var. Ben bu oyunda çantalar da değiştirilebilir olacak diye tahmin ediyordum ama öyle bir şey yok ve bu kötü bir şey de değil.
Death Stranding 2: On the Beach, tabii ki sadece üzerinizdeki ekipmanlarla alakalı değil. Aynı zamanda, o ekipmanları çevre zorlukları için kullanmanızla da alakalı. Merdivenler, tırmanma halatları, farklı yapılar oluşturabileceğiniz PCC ve çok daha fazlası geri dönüyor. Özellikle de PCC, içerisinde artık daha fazla yapılabilir yapı bulunduruyor. Arabalar ise daha özelleştirilebilir. Mesela, eğer yanlış hatırlamıyorsam ilk oyundaki büyük pikaplara ağır makineli tüfek ve uzaktaki kargoları otomatik olarak alabilecek bir halat ekleyemiyorduk. Oyunda resmen pikaptan inmiyorum.
Bu ekipmanları ve yapıları Death Stranding 2: On the Beach oyununun dünyasına ekleyip, işinizi kolaylaştırabiliyorsunuz. Bu oyunun olayı da asenkronize bir şekilde çevrim içi olması. Yani, diğer oyunların yaptığı yapıları ve bıraktığı ekipmanları görüp, kullanabiliyorsunuz. Ayrıca, yine ilk oyundaki gibi birçok oyuncunun birleşmesiyle asfalt yollar yapabiliyorsunuz. Yenilik olarak, yolun üzerine artık bir de monorail geliyor. Bunlar, madenlerle büyük üsleri birbirine bağlıyor ve hızlı bir şekilde bu mekanlar arasında kargo gönderebiliyorsunuz. Oyunun bu topluluk yönü gerçekten şahane. Bunu ilk oyunda çok hissedememiştim ama ikinci oyunda gerçekten anladım her şeyi.
Sizin ve diğer oyuncuların yürüdüğü yolların zamanla aşınması ve doğal rotalar oluşturması, diğer insanların sizin yapılarınızla etkileşime geçip, size beğeniler bırakması gerçekten çok iyi hissettiriyor. 5-6 kişinin toplanıp yol ve ray yapması, daha sonra bunlarla haritada hızlı bir şekilde dolaşabilmek, sanki dünyayı eski haline getiriyormuşuz gibi bir his bıraktı bende. Dediğim gibi ilk oyunda bunları bu kadar hissetmemiştim. Ne değişmiş anlamadım ama oyunun topluluk ruhu bu sefer daha ağır basıyor ki ben bunları sadece sunucular kısa bir süre için çevrim içiyken hissettim. Oyun çıkınca asıl kalabalık gelecek ve onlarla ne türlü işbirliklerine gireceğim, çok heyecanlıyım.

Death Stranding 2: On the Beach oyunundaki ana yeniliklerden bir tanesi ve açık dünyada kargo taşımanızı zorlaştıracak olan şeyler, doğal afetler. İstanbul’da yaşadığımız depremler ardından bir de bu oyuna girip, 7 veya 8 şiddetinde depremlere maruz kalmak bayağı ilginçti. Bunun haricinde; çığ düşmesi, orman yangınları ve akarsuların taşması gibi diğer olaylar da var. Tabii oyunun dünyasını tehlikeli kılan daha fazla şey var. BT dediğimiz ruhani varlıklar yeni tiplerle geri dönüyor. Mesela, artık kendilerinin daha büyük ve sizi izleyen Watcher tipleri var.
Aynı zamanda, şu ana kadar tanıştığım üç farklı insan tipi düşman ve bir de robotik düşman grubu var. İnsan düşmanların genelde üsleri oluyor ve o üsleri ne kadar kendi haline bırakırsanız, düşmanlar o kadar güçleniyor. Kampı temizlediğiniz zaman ise bir sonraki sefer için güçleri düşüyor. Bu düşmanlar da kendi içlerinde farklı gruplara ayrılıyor tabii. Bazı insanlar zırhlı, bazıları zırhsız, silah farklılıkları filan derken çeşitlilik artıyor. Tar ile kaplı bölüm sonu canavarlarımız da var tabii ki ve kendileriyle savaşmak, ilk oyundaki deneyim ile neredeyse aynı.
Evet, Death Stranding 2: On the Beach içerisinde bolca düşmanımız var ama bolca farklı silahımız da var. Farklı yakın dövüş silahları, hatta kıpkırmızı bir kılıç, farklı tiplerde silahlar, bombalar ve daha fazlasıyla oyun bolca ekipman sunuyor. Daha önce söylemiştim, bence bu devam oyununun en çok değiştiği alan savaş mekanikleri. Ben ilk oyundaki savaş anlarını pek sevmemiştim; bana çok zayıf gelmişti ama sanki bu oyunda kendimi Metal Gear Solid oynar gibi hissediyorum. Gizlilik eğlenceli, silah kullanımı eğlenceli, farklı silahlar eğlenceli, her şey eğlenceli…
Standart tabancalar, susturuculu silahlar, kargoyu yakalamak için kablo sıkan silahlar, bomba sıkan silahlar ve hatta yerleştirilebilir bir Tar silahı derken cephaneniz gerçekten genişliyor. Aynı şey bombalar için de geçerli ama ben hasar veren bombalar hariç diğer bombaları pek kullanışlı bulamadım. Karakterimizin kendi kanını kullanarak gizli bir şekilde BT öldürebilen Blood Boomerang ise hem görünümü, hem de kullanımı sayesinde Ghost Blade ile birlikte favorim oldu.

Death Stranding 2: On the Beach içerisindeki tüm bu oynanış ile dört farklı tipte görev yapabiliyorsunuz. Bunlardan ilki Main Orders olarak geçiyor ve özetle bunlar ana hikayeyi ilerleten görevleriniz. Yine kargo taşıyorsunuz ama bu görevleri yaparken yeni bir şey görmeniz, yeni oynanış elementleriyle karşılaşmanız ve sinematik bir ana tanık olmanız muhtemel. Sub Orders ise yan görevler ve açıkçası bunlar diğer tüm görevlerle aynı. Sadece, bazen bu yan görevleri yapmak, sıradaki ana görevi yapmayı bir şekilde kolaylaştırabiliyor.
Geriye sadece Standard Orders ve Aid Requests kalıyor. Standard Orders, daha önce bahsettiğim yıldız seviyesini yükseltmek için kullanılabilecek basit görevler. Aid Requests ise zamanla hem tanıştığınız oyun karakterleri ve gerçek oyuncular tarafından istenen mini şeyler oluyor. Oyuncular sizden silah veya ekipman isteyebiliyor. Oyun karakterleri ise kayıp kargoları almanızı, bir ağaca merdiven dayamanızı veya belli bir yapıyı, belli bir yere yapmanızı istiyor. Oyuncuların istekleri haricinde bahsettiğim diğer tüm görevler bitirilebilir bir yapıda. Ayrıca, açık dünyada rastgele bir şekilde kayıp kargolar da bulabilirsiniz. Bu, oyunun tekrar edilebilir içeriği.
Bu arada, ilk oyundaki kiral ağ mantığı da aynı kalıyor. Yani, bölgeleri kiral ağa bağlamadan çok fazla görev görmeyi beklemeyin ve diğer oyuncuların ekipmanlarına da ulaşamazsınız. Ana görevleri takip etmek önemli noktaları kiral ağa bağlıyor zaten ama kesinlikle kendinizin keşfetmesi gereken madenler ve diğer ağ noktaları da bulunuyor ki bunları yapmanızı öneririm. Kesinlikle ana göreve bağlı kalmayın. Yeni bölgeleri ağa bağlamak ve o bölgelerin yıldız seviyesini yükseltmek size bazı puanlar veriyor ve bunları APAS iyileştirmeleri sistemi üzerinde kullanabiliyorsunuz. Evet, oyunda artık kilidini açabileceğiniz bazı pasif yetenekler bulunuyor.
Death Stranding 2: On the Beach, dört farklı kategoride pasif yetenekler sunuyor ve bunlar siz seviye atladıkça, oyunda ilerledikçe ve noktaların yıldız seviyesini atladıkça açılıyor. Bu yetenekler arasında silahların mermi sıkma hızını arttırma, havaya baktığınızda hava durumunu görme, bataryaları daha akıllıca kullanma, diğer oyuncularla daha fazla içerik paylaşabilme ve benzeri şeyler var. Belki en iyi örnekler aklıma gelmedi ama sistem gerçekten güzel. Benim çok hoşuma gitti böyle bir RYO sisteminin oyuna tanıtılmış olması. Bence böyle bir şeye ihtiyaç vardı.

Death Stranding 2: On the Beach oyununun temel oynanışında daha detay şeyler de var. Ekipmanlarınızın dayanıklılığı olması mesela tanıdık gelecektir. Karakterinizin dayanıklılığı ve bu dayanıklılığın suyun içine girme, yüksek ısı (mesela çölde) veya düşük ısı (mesela dağ tepesinde) gibi ortamlarda daha da olumsuz etkilenmesi, karakterimizin bazı temel istatistiklere sahip olması ve bunların zamanla seviye atlaması, karakterimizi dengede tutma, kargoyu doğru bir şekilde yerleştirme ve benzeri şeyler sayıca bolca oyunun içerisinde sizi bekliyor.
Ayrıca, Death Stranding 2: On the Beach oyununda sırt çantanızı (ve doğal olarak tüm kargonuzu) yere bırakma gibi detaylar var. Bu detay, düşman kampına gizlice girerken işinize yarıyor. Mesela, sırt çantanız arkanızda olsa, çalılıkların içinden düşmanlar kargonuzu görüp, yerinizi anlayabiliyor. Yalnız, düşman önce sizi değil de arkada bırakılmış çantanızı (veya aracınızı) bulursa da o kargoları çalmaya başlıyor. Bir başka detay da oyunda artık yabani hayvanları bir noktadan sonra yakalayıp, güvenli bir yere teslim edebiliyor olmanız. Aman, o hayvancıklara zarar vermeyelim.
Death Stranding 2: On the Beach içerisinde araç kullanırken de belli başlı silahları eğer dilerseniz kullanabiliyorsunuz. Fark ettim ki bu durumda silah kullanımına daha fazla asist giriyor. Daha kolay oluyor işler. Silahsız durumlarda ise yumruklarınızı kullanabiliyorsunuz ama güzel bir eldiveniniz yoksa pek de hoş bir sonuç beklemeyin ama ilk oyundaki gibi kargolarla düşmanlara vurabiliyorsunuz veya onlara kargo fırlatabiliyorsunuz. Oyunda bloklama ve savuşturma da var ama açık konuşacağım, normal zorluk seviyesinde, 35 saat boyunca bunları hiç kullanmam gerekmedi.
Belki de bunun sebebi çok planlı bir şekilde hareket ediyor olmam olabilir. Death Stranding 2: On the Beach içerisinde hem Watchtower denen yapıları kullanarak, hem de kuklamızı fırlatarak düşmanları işaretleyebiliyoruz. Bu iki yöntem sayesinde her düşmanı işaretlemek ve gizli kalmak kolay bir hal aldı benim için. Susturuculu silahlar ve özel ipimizi (veya eldivenleri) kullanarak düşmanları arkadan etkisiz hale getirmek de hoş şeyler. Tabii bu dediğim şeyler insan ve robot düşmanlar için geçerli; BT tipi düşmanlar hala korkutucu ve bol gerilim kaynağı.

Watchtower demiştim, bu ve benzeri yapılar PCC ile yapılıyor ve her yapıya seviye atlatıp, yeni özelliklerin kilidini de açabiliyorsunuz. Köprüler, gözetleme kuleleri, zıplama rampaları, yer altı sığınakları ve daha fazlasını yapabiliyorsunuz. Bu yapılar diğer oyuncularla da paylaşılıyor eğer internet bağlantınız varsa ve oyunun sunucuları da açıksa. Ayrıca, diğer oyuncuların bıraktığı kargoları ve ekipmanları da kullanabiliyorsunuz. Diğer oyunculardan yardım almak oyunu hem daha kolay, hem de daha eğlenceli bir hale sokabiliyor.
İşte bahsettiğim tüm bu büyük ve küçük elementler sayesinde Death Stranding 2: On the Beach oyununu oynamak çok eğlenceli hissettiriyor. Bu oyundaki her şey, serinin ilk oyununun daha fazlası ve kesinlikle daha iyisi. Açık dünyada kargo dağıtmak, ayakta veya araçla gayet eğlenceli. Bu sırada çevre zorlukları ile uğraşmak, BT veya insan/robot düşmanları ile karşılaşmak heyecan verici. Daha önce de dediğim gibi özellikle silah kullanımı çok geliştirilmiş ve benim için ilk oyunun en gereksiz segmentleri olan aksiyon anları anlamlı kılınmış. Artık savaştan kaçmıyorum; savaşmak istiyorum.
Meksika, Avustralya ve daha fazla bölgeyi birbirine bağlamak, bu sırada yepyeni karakterlerle tanışmak, hikayenin gidişatına tanıklık etmek gayet eğlenceli. Oyunun açık dünyasında asenkronize bir şekilde diğer oyuncularla etkileşime geçmek de ilk oyuna kıyasla nedense bana daha albenili geldi. Şöyle söyleyeyim, ilk oyunda ben çok oyunculu elementlerle çok ilgilenmemiştim, hatta inceleme sürecinde sunucular kapatılınca etkilenmemiştim bile ama bu oyunda diğer oyunculara yardım etmek ve onlardan yardım almak için can atar hale geldim; özellikle de yollar ve raylar için.
Dediğim gibi Death Stranding 2: On the Beach oyununun tek büyük eksisi benim için hikayenin anlatılma yolunun ve temposunun biraz herhangi bir oyundaki gibi bir seviyeye çekilmesi oldu. İlk oyun bu yönden özeldi; saatlerce sinematik sahne izleyip, daha sonra onun iki katı kadar saf oynanışa tanıklık etmek beni rahatsız etmemişti. Oyun zaten benzersizdi ve bu tempo da o benzersizliğe katkı sağlıyordu. Şimdi ise oyunun hikaye anlatımı çok sıradan bir döngüde ve bu döngü çok tahmin edilebilir. Sinematik sahnelerin daha kısa olması da bence hikayeden çalıyor.

Death Stranding 2: On the Beach oyununu 4K destekli bir televizyonda, SDR olarak PlayStation 5 Pro konsolumdan oynadım. Sonucunda aldığım görsellik ise şahaneydi. Geriye dönüp baktığım zaman zaten bu serinin ilk oyununun bir PlayStation 4 ürünü olmasına çok şaşırmıştım ve bu devam oyunu da kesinlikle üstün teknolojili bir yapıt gibi görünüyor. Oyunun açık dünyasında kafanızı nereye çevirseniz detaylı ve epik manzaralar görüyorsunuz. Her şey oldukça net ve kullanıcı arayüzü de yeterince açıklayıcı. Düşmanların ne ve kim olduğunu kolaylıkla anlayabiliyorsunuz, oyun size tehlikeleri görsel ipuçları ile gayet başarılı bir şekilde veriyor bence.
Death Stranding 2: On the Beach oyununun Performans ve Kalite olmak üzere iki modu vardı. Tahmin edebileceğiniz üzere bu modlardan biri oyunu 60 FPS yapıyor ama görsel kaliteden ve çözünürlükten kısıyor. Kalite modu ise çözünürlüğü ve görsel kaliteyi arttırıyor ama oyunu 30 FPS yapıyor. Ben, oyunun tamamını Performans modunda oynadım ve kesinlikle pişman olmadım. FPS cephesinde herhangi bir problem yok. Hatta, teknik anlamda oyunun genelinde hiçbir problem yok. 35 saatlik henüz bitmemiş olan maceram boyunca en ufak bir hata bile karşıma çıkmadı. Her şey çalışması gerektiği gibi çalışıyordu. İnanılmaz bir cila çekilmiş oyuna.
Ses ve müzik kategorisinde de işler çok iyi. Death Stranding 2: On the Beach içerisindeki her bir karakterin seslendirmesi gayet profesyonelce ve kaliteyle yapılmış. Özellikle de hikaye anları inanılmaz zenginleşmiş. Müzikler de aynı ilk oyunda olduğu gibi oyunun atmosferine tamamen uyuyor ve yalnız başınıza kargo dağıtırken çok iyi geliyor. Bir yenilik olarak, oyunda artık bir müzil çalarınız var ve kendinize bir çalma listesi de yapabiliyorsunuz. Ben bu özelliği pek kullanma gereği hissetmedim YouTube Music kullanmak filan varken ama yine de güzel düşünülmüş. Oyunun dünyasındaki atmosferik ses efektleri filan da yeterince kaliteli ve sesli ipuçları da ayırt edilebilir.
Yani, söylemek istediğim şey şudur ki Death Stranding 2: On the Beach, şahane bir video oyunu. Eğer serinin ilk oyununu oynadıysanız ve sevdiyseniz, bu yeni oyuna kesinlikle bayılacaksınız. Özellikle savaş kısmına yapılan güncellemeler ve eklentiler şahane. Hikaye cephesinin normalleştirilmesi benim pek hoşuma gitmedi ama onun haricinde eksi olarak gösterebileceğim hiçbir şey yok oyunda. Zaten aslında o eksi bile çoğu kişi için eksi olmayacaktır. Hikaye sadece daha iyi tempolanmış ama benim gözümde oyunun benzersiz elementlerinden biri silinmiş. Ben ilk oyunun temposunu ve hikaye anlatma tarzını açıkçası tercih ederdim ama olsun. Hideo Kojima, benim gözümdeki bu probleme rağmen neredeyse kusursuz bir oyun daha piyasaya sürdü.