Noodle Cat Games tarafından geliştirilen Cloudheim, ilk bakışta “Viking temalı bir Valheim klonu daha mı?” sorusunu akıllara getirebilir, ancak oyuna adım attığınız anda çok daha farklı bir deneyimle karşılaşıyorsunuz. Oyun, İskandinav mitolojisinin kıyameti olan Ragnarok sonrasında geçiyor ama karanlık ve kasvetli bir atmosfer yerine canlı renkler ve yeniden inşa edilmeyi bekleyen umut dolu bir dünya sunuyor. Tür olarak kendini “Actioncraft” olarak tanımlayan yapım, Diablo benzeri izometrik aksiyonu, Overcooked tarzı kaotik bir iş birliği ve yönetim simülasyonu ile harmanlayarak ortaya eşsiz ama bir o kadar da karmaşık bir karışım çıkarıyor.
Cloudheim oyununun temel döngüsü, merkez üssünüzden keşif gezilerine çıkmak ve topladığınız ganimetlerle geri dönüp üssünüzü geliştirmek üzerine kurulu. Ancak oyun içerisinde bu merkez üssü, sıradan bir köy değil; “Odin’s Shell” adında devasa, uçan bir kaplumbağanın sırtındayız. Bu kaplumbağa, parçalanmış dünyadaki süzülen adalar arasında seyahat etmemizi sağlıyor. Görevimiz ise bu parçalanmış adaları keşfetmek, düşmanları temizlemek ve eski tanrıları bularak dünyayı onarmaya çalışmak. Kağıt üzerinde dahi işimiz pek de basit durmuyor.
Görsel olarak oyunun sunduğu havadar ve hafif atmosfer, piyasadaki o diğer klasik Viking oyunlarının ağır ve gri tonlarından çok uzak hissettiriyor. Cloudheim, görsel diliyle oyuncuyu yormayan, samimi bir yapıya sahip. Yemyeşil çimler, parlak mavi gökyüzü ve stilize edilmiş karakter tasarımları, dünyayı keşfetmeyi bir zorunluluktan ziyade keyifli bir geziye dönüştürüyor. Özellikle dikey mimarisi güçlü olan haritalarda, karakterimizin hareket kabiliyetleri sayesinde tepelere tırmanmak ve gizli hazineleri aramak bence gayet tatmin edici.
Cloudheim oyununun en güçlü yanı tartışmasız akıcı hareket mekanikleri ve savaşa yaklaşımı. Karakterimiz en baştan itibaren üçlü zıplama ve havada atılma yeteneklerine sahip. Bu durum, hem savaşta hem de keşifte inanılmaz bir özgürlük hissi yaratıyor. Düşmanların etrafında dans edercesine hareket etmek, havada asılı kalıp yeteneklerinizi boşaltmak, oyunu hantal bir rol yapma oyunu deneyimi olmaktan çıkarıp, neredeyse bir platform oyunu akıcılığına taşıyor.
Savaş sistemi ise fizik tabanlı bir kaosa dayanıyor ve bu, oyunun en eğlenceli anlarını oluşturuyor. Düşmanları birer bowling lobutu gibi birbirine fırlatabiliyor, onları uçurumlardan aşağı tekmeleyebiliyorsunuz. “Mana Burn” adı verilen mekanik ise riski ve ödülü dengeliyor; yeteneklerinizi bekleme süresi olmadan arka arkaya kullanabiliyorsunuz, ancak bunu abartırsanız karakteriniz “yanarak” yetenek kullanamaz hale geliyor ve savunmasız kalıyor.
Karakter gelişimi konusunda Cloudheim, katı sınıf sınırları çizmeyerek oyuncuya esneklik tanıyor.Runeblade, Sentinel, Breaker veya Ranger gibi sınıflar olsa da, bu sınıflar aslında elinizdeki silaha göre belirleniyor. Bir baltayı bırakıp bir asa aldığınızda, oyun tarzınız ve sınıfınız anında değişiyor. Silahları kullandıkça ustalık seviyeniz artıyor ve yeni yetenekler açılıyor. Bu sistem, tek bir karakterle farklı oyun tarzlarını denemeyi seven benim gibi oyuncular için büyük bir artı.
Ancak keşiften dönüp Odin’s Shell’e, yani üssümüze geldiğimizde oyunun temposu ciddi bir sekteye uğruyor. Burada devreye giren “Blin” adı verilen küçük yardımcı yaratıklar var. Bu sevimli yaratıkları çeşitli istasyonlara atayarak kaynak üretimini otomatize edebiliyorsunuz. Teoride harika duyulsa da, pratikte üs yönetimi bazen gereksiz bir angaryaya dönüşebiliyor. Özellikle hammaddeleri eritmek veya işlemek için fiziksel olarak bir yerden bir yere taşıma zorunluluğu, aksiyonun zirve yaptığı anlardan sonra oyuncuyu yavaşlatıyor ve akan keyfi oldukça baltalayabiliyor.
Üs yönetiminin bir diğer garip ama ilginç yönü ise dükkan işletmeciliği. Topladığınız fazla ekipmanları veya işlediğiniz materyalleri, üssünüzde kurduğunuz tezgahlarda satarak para kazanıyorsunuz. Bu mekanik, oyunun inşa sistemini ilerletmek için kritik öneme sahip. Ancak dünyayı kurtarmaya çalışan efsanevi bir savaşçıdan, müşterilere peynir veya kılıç satmaya çalışan bir tezgahtara dönüşmek, oyunun tonunda bazen garip bir kopukluk yaratabiliyor.
Envanter yönetimi ve ilerleme hızı konusunda da eleştirilmesi gereken noktalar var. Oyun, yeni adaların kilidini açmak için karakter seviyesinden ziyade “World Stars” adı verilen toplanabilir yıldızlara odaklanıyor. Bu durum, bazen hikayede ilerlemek için zorunlu olarak eski haritalara dönüp köşe bucak yıldız aramayı gerektiriyor ve bu durum doğal akışı bozarak oyunu bir noktadan sonra bir toplayıcılık maratonu haline getirebiliyor oyun içerisinde.
Yine de geliştirici ekip olan Noodle Cat Games, oyuncu geri bildirimlerini ciddiye aldığını son güncellemelerle kanıtlıyor. Yakın zamanda yayınlanan beşinci ana güncelleme ile birlikte gelen “Cross-World XP” özelliği, artık arkadaşınızın dünyasında oynarken kazandığınız tecrübe puanlarını kendi dünyanıza taşımanıza olanak tanıyor. Bu, çok oyunculu deneyim için hayati bir eksiklikti ve giderilmesi topluluk tarafından çok olumlu karşılandı.
Aynı güncelleme ile nihayet oyuna bir “Duraklatma” (Pause) modu eklendi ki, tek başınıza oynarken kapı çaldığında veya telefon geldiğinde ne kadar büyük bir ihtiyaç olduğunu anlatamam. Ayrıca, ok ve yay kullanan oyuncular için yeni silah seçenekleri eklendi ve zindanlardaki can hakkı sistemi ile düşmanların can ölçeklendirmesi (HP scaling) üzerinde iyileştirmeler yapıldı. Bu tür yaşam kalitesi güncellemeleri, oyunun Erken Erişim sürecini verimli geçirdiğinin bir göstergesi.
Sonuç olarak Cloudheim, potansiyeli yüksek ama kimlik bunalımı yaşayan bir yapım. Bir yanda harika fizik tabanlı dövüşleri ve keşif hissi, diğer yanda bazen işkenceye dönüşebilen üs yönetimi ve angaryalar var. Eğer arkadaşlarınızla kaotik, eğlenceli ve görsel olarak tatmin edici bir macera arıyorsanız ve aradaki duraklamalara sabrınız varsa, Cloudheim kesinlikle şans verilmeyi hak ediyor ama cilalanması gereken pürüzlerin hala olduğunu bilerek bulutlara yükselmenizde fayda var.





